"Güney
Rüzgarı" dergisi sahibi Sn. Mehmet Ali Solak'a izinleri ve katkıları için
teşekkürler.
Bu
eseri dilimize kazandıran
Sn. Abdullah İskifoğlu'na gönülden teşekkürlerimizle...
eKitap:
www.IslamKutuphanesi.com
<%@ Language=VBScript %>
Hz.ALİ (1) Sayfa 2
1.FASİKÜL
SAYFA>
| Giriş | 1 |
2 | 3 |
ÖNSÖZ
Yücelerin
yaşamlarında bitip tükenmeyen bir deneyim, ibret, iman ve emel kaynağı
mevcuttur. Bunlar; imrenti ve şevk ile baktığımız, gözlerimizin ve ayaklarımızın
önünü aydınlatarak karanlıkları silen birer fenerdir; kendimize yaşamın
uzak hedeflerine olan inancımızı ve güvenimizi tazeleyenlerdir. Bunlar
olmasa idi, bilinmeze karşı olan savaşımımızda tembellik egemen olacak, çoktan
beyaz bayrakları çekmiş, ölüme de biz senin esiriniz, köleleriniz bizi ne
yapmak istiyorsan yap demiş olacaktık.
Ancak hiçbir zaman tembel olmadık, olmayacağız.
Bizden olup zaferi elde edenlerin tanıklığıyla söylüyoruz; Zafer bizimdir.
İbn Ebi Talip de bunlardan birisidir. Aramızda zaman ve mekandan oluşan büyük
uçurumlar olsa dahi, sürekli bizimle birlikte oldular. Ne zaman onların
kulaklarımızdaki seslerini kısmaya, ne de mekan onların beynimizdeki
resimlerini silmeye yeterlidir.
Elinizdeki bu kitap söylediğimin en iyi kanıtıdır.
Bir Arap toprağında türeyen ama esir kalmayan, insanlığın yücelerinden
bir yücenin yaşamına yoğunlaştırılmıştır. İslamiyet onun deha
kaynaklarını ortaya çıkarmış ancak kendisi İslamiyetlin mülkü olarak
kalmamıştır. Öyle olmasa idi, Lübnanlı bir Hıristiyan 1956 yılında onun
yüce yaşamını ele alıp araştırıp, güzellikleriyle kahramanlıklarıyla
ve destanlarıyla içten ve açık bir şair gibi nasıl ele alabilirdi.
İmamın kahramanlıkları hiçbir zaman savaş
meydanlarıyla sınırlı kalmamıştır. Öngörüsünün netliğiyle vicdanının
temizliğiyle düşüncesinin gizleriyle, insanlığının derinliğiyle, imanının
ateşiyle, zalime ve yasakçıya karşı mazlum ve yoksuldan yana oluşuyla,
hakla karşılaştığı her yerde haklıdan yana olan kavgasıyla da bir
kahramandır. Bu kahramanlıkların üzerinden ne kadar zaman geçse de sağlıklı,
yararlı bir yaşam kurmaya çalıştığımız her zaman çok zengin birer
kaynak olarak karşımızda durmaktadırlar.
Bu kitaptaki faydalı yerleri okuyucudan önce açıklamak
istemiyorum. Ki : bu yerler çoktur. Şurada burada şiirimsi dizelere kadar yükselen
güzel, dini, açık renkli, sade sesli açıklamalar, değerlendirme ve açıklamalardaki
denge, Ali'yi ve onun siyasi, dini, sosyal ve ekonomik görüşlerini, yaşadığının
bugünkü yaşam sahnesine uyarlanan cesur çabaları görmek mümkündür. Bu
da; daha önce bu konuda yazanların aklına gelmeyen başarılı ve üstün bir
çabadır. Buna ek olarak tarihçilerin bugüne kadar alışageldikleri çizgiden
farklı biçimde imamın yaşamındaki bazı olayların yeni yorumlarında da içtihatlar
mevcuttur.
Hiçbir tarihçi ya da yazar, ne kadar dahi ya da
dikkatli olursa olsun, bin sayfalık bir eserde de olsa imam-ı Ali gibi bir yücenin
büyük olaylarla yaşanmış döneminin tablosunu bir bütün olarak sunması mümkün
değildir. Bu yüce Arap'ın kendisi ve Allah'ı arasında düşündüğü, umduğu,
söylediği ve yaptığı, hiçbir kulağın duyamayacağı ve hiçbir gözün göremeyeceği
yüceliktedir. Ki, bunlar kendi eliyle yaptıkları ve diliyle söylediklerinden
çok daha fazladır. Onun için onunla ilgili çizilen her tablo kuşkusuz eksik
kalacaktır. En büyük ümidimiz de bu tabloların yaşamı üretmesidir.
Ancak böylesi kitaplardaki asıl ibret :
Ali'nin yaptıklarından ve sözlerinden günümüze kadar gelenleri oturup düşünmek,
sonra dikkatli ve derin biçimde anlamaya çalışmaktır. Son olarak da, yazarın
tasavvur ettiği şekliyle bir tablo çıkarmaktır. İnancıma göre bu nefis
eserin yazarı, kelimelerindeki ustalık ve içindeki ateş, vicdanmdaki insafla,
önünde durup gerçekten peygamberden sonra en yüce insanın canlı tablosudur
demekten insanın kendini alamayacağı, Ali Bin Ebi Talip'in bir tablosunu çizmede
büyük bir başarı göstermiştir.
Beskente
Mihail NUAYME
MUCİZELER
YURDU PEYGAMBERLİK YATAĞI
Oluşumuyla mucize olan bir toprak olacağıyla da
bir mucizedir.
Yağmur alıp bereket, yeşillik ve sululukla
dolacak olsa idi dünyanın açlarını doyuracak, çıplaklarını giydirecek
hiç bir hayalin tasavvurun sığmayacağı bir şekilde zengin ve geniş
arazilerdir. Ancak oluşumu, başından beri dağınık, bozuk ve rüzgarın
oynamasıyla dalgalanıp sertleşen kumluklar ve hareketli çöllerdir. Şurada
burada garip biçimde kum taneciklerinden oluşan dağlar ya da vadilerdir.
Hafif yükseklikte olan kurak ve yusyuvarlak gülünç yükseltilerdir. Sanki
ateşle yakılmış delikli kara taşlarla dolu, atılmış o biçimde isim taktıkları
donmuş kara taşlardan oluşan sırt ve düzlüklerdir. Ne tarıma ne de yerleşmeye
elverişli olan çöllerdir. Tarım yerleşenlerin temel derdidir. Dünyanın en
sıcak iklimi, üç tarafında deniz olmasına rağmen en az çiğ alan toprağıdır.
Bazı bölgeleri iyi yağmur alır bir nevi yumuşaklık kazanır, öylece de
mevsimlerini bekleyip çoluk çocuk davarlarla birlikte oraya gidilir. Ancak
kenarlarında ve ortalarında en kötü rüzgarlar, sam rüzgarları mevcuttur.
Her tazeliği ve hatta yaşamı bile yok etmektedir. Onun için de şairler doğudan
gelen canlandırıcı genç yellerden söz ederler. Sanki cennetin kokusunu içeren
bir bukettir bu rüzgarlar.
Irmakları ise : sürekli akan hiçbir ırmağı
yoktur. Ancak bazı bölgelerde çok yağmur yağdığı zaman yoğun seller
birleşir vadilerin yatağından akar gider. Kısa bir zaman için de olsa bazı
barajlarla suyu hapsederler.
Hayvanları da yeryüzündeki diğer hayvanlardan çok
farklıdır. Geniş boşluklarda kaybolmadan yol alabilmesi için Allah onlara
uzun ayaklar vermiştir. Bazılarım da kuma gömülmemesi için yuvarlak yaratmış.
Vatanlarında kötü yol ve gidiş zorlukları yarattığı için sabır ve
dayanaklılık vermiştir. Kuraklığa ve susuzluğa dayanma gücü, suyu günlerce
hazmedebilen bir mide vermiştir. Ki, bu sular belirli araçlarla çıkartılarak
binlerce isimle anılan develerin sahibi, bedeviler tarafından da içilir.
Bitkisini de fazla anlatmayacağım. Nadirdir,
dikenli ve kökleri susuzdur.
Evlerine de, ev demek yanlıştır. Sıcak rüzgarların
oynadığı, sert sıcakların bastığı tıpkı sahranın örtüsü gibi bir
şeydir, Sadece bazı yerlerde yapılır. Sakinlerinin istedikleri yerde yerleşmesi
ya da güvenilir bir yerde istikrara kavuşması mümkün değildir. Sürekli
bir göç durumundadırlar.
İçindeki yaşam aracı ise, iki siyahtır: Hurma,
az bulunan su ek olarak dana eti ve avlardır.
Sahranın doğası sakinlerini sürekli biçimde işgal
ve kavgaya sürükler. Sürekli anlaşmazlık oradaki temel sosyal sistemdir.
Güneş yarımadanın çöllerine ateşten bir örtü
atmaktadır. Hiç beğenilmeyen hırsız güçlü olan tilkiyi ya da köklü
hayvanı çakıllar üzerinde pişirir.
Öldürücü bıkkınlık ve acı sıkıntı yarımadadaki
çöllere egemendir.
Yaygın kum denizindeki vahalar ve boşlukların
kurulmasına ve uzun sürmesine izin vermediği zayıf emel değişmeyen biricik
manzaradır.
Bu sert doğanın, nefesleri yumuşatacak, yürekleri
dolduracak, evrenin genişliği ve yaşamın kapsamı iyi değerlerin sürmesi
gibi duyguları sahra sakinlerinde yaratması mümkün değildir, böylesi
duygular çorak olan yerlerde değil, yeşil vahalarda, kötülüklerle dolu
kalplerde değil, yaşamın sefasında yeşerir.
O zamanlarda yarımadada kurulu olan bazı köylerde
de hiç bir özellik söz konusu değildir. Dağınık, küçük, sıkıntılı
ve kuru, siyah tanelerin içerisinde rehberin kaybolacağı ve karanlığın
çökeceği kadar birbirinden uzak köylerdir. Binaları da en az olanın yanında
çok azdır. En kötü olanın yanında çok kötüdür. Bütün bunların yanında
ek olarak iklimin sertliği, mesafelerin egemen olduğu dünyanın geliş gidişlerinden
tecrit edilmiş sahra şartları altında bulunmaktadır. Sadece Taif ve
Yasrob'ta nicel bir servet söz konusudur.
Mekke ise putların evidir. Sakinleri de dinarla can
almayı ölçüt edinmiş tüccarlardır.
* *
*
Deyim yerindeyse kumlardan bir cehennem içerisinde,
kötü bir yaşam, yarınından umutsuz bir parça yaşamdır Arap yarımadası.
İnsanı ise, bitişiğinde yeşilliğin, bolluğun, giyimin, yolu düşüp
gelen herkese yetecek her türlü bolluğun bulunmasına rağmen bu topraklarda
insanın yaşaması acayip değil midir?
Bir insanın bu topraklar üzerinde bulunması, başka
bir seçeneği kabul etmemesi, başka bir yeri vatan görmemesi, dağıyla
deniziyle, ufuğu ve çölleriyle kuşatılarak yaşaması bir mucize değil
midir? Muhammed'in ve Ali'nin devriminden önceki sahranın mucizesi işte budur.
* *
*
Ancak yeryüzünün kaynakları verimlilikle çağlarsa!
Cennet vahaları yeşillikle kaplanırsa!
Dünya devrimi bir şehirde birikirse!
Gecenin rutubeti, sabahın çiğleri ve gençlik
nefesleri nasıl ise!
Balı, sütü, acıyı ve zehri veren bir ülkedeki
rahat yaşamda ne kadar varlık varsa!
Doğanın gülüşü, sevinci ve rahatlaması her
cennette nasıl ise!
Bütün dünyanın o günlerde Arap yarımadası
olmadan verebileceği nedir.. ?
Bütün bunların hiçbir önemi ve değeri yoktur.
Mucizeler yurdunun dünyaya verebileceği karşısında.
O günlerin en önemli ve yüce olan şeyiyle dünyaya
açıldı. İşte mutlak insanlık ve iyiliğin yüceltilmesi, doğanın tırmandırılması,
değer yargılarının sürdürülmesi seliyle bütün evren sustu, zaman birleşti,
kaynaklar duruldu, yaşam değerleri ortaya çıktı, varlığın vicdanı
harekete geçti ve Muhammed Bin Abdullah'ın yurdunda sıcak birlik ortaya çıktı.
Yüce devrimci Ali Bin Ebi Talip ile birlikte iki yücenin sadakatiyle sürdürüldü.
Bu yüce varlığın; ölçütleri canı dinar ile
almak olan bir ulusta ve böylesi bir toprakta yüce gerçeğin somutlaşması için
ortaya çıkması ve amcası oğluyla devam etmesi, o çevrenin kötülüğüne
ve o zamanlara rağmen yararlı sosyal devrimlerin sahibi Muhammed ve Ali'den
sonra olanlar sahra mucizesini yaratan asıl mucizelerdir.
MUHAMMED'İN
SESİ
Yanan sahranın alevinden idi gözlerindeki ışıltı.
Güneş ışığı karşısında kumlan düzlüğü
gibiydi dudaklarmdaki doğruluk.
Yesrob (1) cennetinden, Taif bahçelerinden, ay
ışığı altındaki kum denizinde dağınık adacıklar gibi uzayda yüzen
hicaz vahalarından idi yüreğindeki yumuşaklık ve içindeki yufkalık.
Deli rüzgarların savurmasından idi gönlündeki
devrim.
Şiirin netliği ve gökyüzünün nurutîdan idi
dilindeki giz ve ruhundaki parça.
Azmin doğruluğu ve düşünce dilinden idi elinde
ve kılıcında parlayan mesaj ı.
Muhammed Bin Abdullah budur... Arapların peygamberi;
insanı insan olan kardeşinden alıkoyan putperestliği, sermaye putperestliğini,
gelenek putperestliğini parçalıyordu...
Beni Kureyş : Dünyayı, bedevinin cebinden düşüp
kendi ceplerine girecek dinarla özdeşleştiriyordu.
Kazançlı bir ticaret, kara katlanan bir kar,
devenin sırtında çölleri ve sahraları kat edip Kureyş ağacı gölgesinden
başka dinlenecek yer, dirhemin büyüdüğü, dinarın yüceldiği, putlarla
dolu olan Mekke'den başka konaklayacak yer bulamayan kervanlarla yaşamın
erdemliklerini bir görüyorlardı.
Ancak sinirlerini diken eden, şehvetlerini parçalayan,
dünyayı başlarına yıkan bir ses kulaklarını parçalamaya başladı.
İnsanın bildiğinizden farklı bir değeri vardır.
Çöllerdeki şaşkın bedevi Arap'ın iddia ettiğinizden öte bir mesaj ı
vardır.
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
* *
*
Ahmaklığa doğru muskalarla ilerleyen bir aslan
gibi yanlışlığın uçurumlarında yürümekte ısrar ettiler. Sadece
geleneklere uymak uğruna insanı yaratanın, kuralların değiştirilmesini, doğanın
güzelliğini inkar ediyor, insan evreninin bozulmasını pekiştirmek için hiç
gerekmediği halde kızlarını felakete atmaya devam ediyorlardı.
Özlemin duygularını yoğunlaştırdığı,
sevginin ve yaşamın fısıltılarının pekiştiği ses kulaklarında çınlamaya
başladı;
Allah'ın kulları kızlarınızı diri diri gömmeyin,
kadınlar da erkekler gibi eşittir. Hiçbir yaratık diğer yaratığın yaşam
hakkını alamaz. Öldürüp dirilten sadece Allah'tır.
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
* *
*
Arap bedeviler, kılıçlarla birbirlerini yok
etmeyi, cehennemden çıkan kırbaç gibi bir dil kullanarak tartışıyorlardı.
Genç kızların ağızlarını kapatıp kılıca teslim ediyorlardı. Bu
nedenle o günkü atlılar, katil adamlar, feryat edip imdat bekleyen kardeşlik
ve dostluktan uzak yetişen çocuklardan ibarettir.
Çadırlar, gök gürültülerinden daha şiddetli,
kasırgalardan daha güçlü sesle sallanmaya başladı.
Ne yapıyorsunuz öyle!.. Yeri ve gökyüzünü
yaratanın yanında kardeş olmanıza rağmen nasıl birbirinizi öldürüyorsunuz
Savaş şeytanın işlerindendir. Barış sizin için evla olup içinde temenni
ettiğiniz cennet tadı vardır.
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
* *
*
Hiçbir milletin ya da ümmetin varamadığı biçimde
Araplar sefaya varmışlardır.
İzzetinefsin, düşkünlüğün, kötü ahlakın
yapabileceği en kötü bir şekilde Fars'ları aşağıladılar. Fars'lar insan
olarak onurunu hiçe sayan bir aşağılanmayla aşağılandı. Mesajın sahibi
bunu gördü ve ahlaki düşkünler;
Arap'ın
inanç yönü dışında
Fars'tan hiçbir üstünlüğü
yoktur. Beğenseniz de beğenmeseniz de insanlar kardeştir. (2) Sözleriyle
uyandılar.
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
* *
*
Yeryüzündeki mazlumlar da; Sahranın sam rüzgarlarıyla
dağılan, köleci toplumun reddettiği yaşamın sıkıştırıp kum
tanecikleri kadar bir yere bile sahip olmayan, bütün yaşamları kararan,
yersizler de mesaj sahibinin dostlarıydı. Fakirlerin ve düşkünlerin
Meryem'in oğlu Mesih'in dostları ve yeryüzündeki diğer yücelerin dostları
olduğu gibi. Onun için de yönetimi istişareye bağladı. Köleliği ve insanın
insanı sömürmesini yasakladı. Hazineyi ve insanların çabalarını kamulaştırdı.
Amcaları olan Kureyşlilerin sırtlarını iyilik kırbaçlarıyla yaktı.
Onlar çocukları ve ahlaki düşkünleri kandırıp, taşlarla taşlayıp ondan
tiksinirken kendisi kendi varlığıyla evrenin bütünlüğünde bir tanrı
somutlaştırdı.
Aralarında peygamberin müezzini ve İslamiyet'teki
ilk müezzin Bilal'ın da bulunduğu, yeryüzündeki mazlumlar, köleler ve perişan
olanlar; Sabahın nağmelerinden daha derin yankıları olan, gecelerin karanlığından
daha da koyu ve insanda daha etkili bir sese yüreklerini açtılar.
Bütün mahlukat Allah'ın aileleridir. En sevdiği
de ailesine en yararlı olanıdır. (3)
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
* *
*
Düşmanları, onu taşlayanlar ve alay edenler ise;
Onun diliyle bu yeşertici sesi aldılar.
Taş yürekli, kötü kalpli olsaydın etrafından
dağılırlardı. Onları affet. Onlar için istiğfar et, konuyla ilgili onlara
danış, azmettiğin zaman da Allah'a tevekkül et. Allah tevekkül edenleri
sever. (4) (Ali Ümran Suresinden)
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
* *
*
Daha iyi bir yaşam uğruna savaşanlar ve kötülükler
karşısındaki taraftarları, eihat ederken ve güçlü devrimi savunma esnasında
içlerinden insan onur ve haklarını çiğnemeye yeltenenlerin yüreğine şu güzel
sözler yerleştirilmişti;
Hiçbir çocuğu, kadını, yaşlıyı veyahut kendi
halinde olan hiç kimseyi öldürmeyin, kindar olmayın, hiçbir ağacı yakmayın,
kesmeyin, hiçbir binayı da yıkmayın. (5)
Bu ses Muhammed'in sesiydi...
* *
*
Araplar Bin Abdullah'tan bu onurlu mesajı alıp ilk
etapta taç sahibi her sultana yetişecek şekilde dağıldılar. İnsanlar arasındaki
bağları güçlendirdiler, insanla sahra peygamberinin evrenin ruhunda somutlaştırdığı
ortaksız tek tanrı arasındaki bağları güçlendirdiler.
Muhammed Bin Abdullah'ın gölgesi alemin tümünü
kapsayacak şekilde yayılıp yüceldi. Güneşin doğduğu yerden battığı
yere kadarki toprak parçasında iyilik, bilgelik ve barışın yeşermesini sağladı.
Sahra peygamberi bütün dünya üzerinde kardeşlik ve sevgi tohumlarını
ekmek için elini uzattı.
Arap devletinin bir adamı Hindistan'da diğer bir
adamı İspanya'da oldu.
Güneşin
alnına yüce
bir halkın
tacı kuruldu.
* *
*
İnsanlığın kardeşliğine olan davet bu ses üzerine
gerçekleşti. Egemenlerin halk üzerindeki, halkın malı ve çabası üzerindeki
elleri çekildi. Küçük-büyük, egemen-mahkum, Arap-Fars bütün insanların
hukuk karşısındaki eşitliği gerçekleşti: Bütün insanlar eşit ve kardeştir.
Kadının erkeğin baskısından kurtulması bu ses
üzerine gerçekleşti. İşçinin işverenin zulmünden kurtulması, zamanın
egemen düşüncesi olan ve ortamın doğal olarak izin verdiği kölelerin've
hizmetçilerin kölelikten ve zulümden kurtulması, daha önceki filozofların
gördüğü aşağılanma, işçilerin ve üreticilerin yürüttüğü meslek ve
zanaatların aşağılanması nedeniyle medeni haklardan yoksun bırakılanlar
hak ve görevler açısından sınıflara böldüğü dünyaya katılmaları bu
hak üzerine sağlandı.
O zamanın mantığı ve olanakları çerçevesinde
en yaygın refah sağlanmıştı.
Faiz ve insanın insanı sömürmesi yasaklandı.
Ali Bin Ebi Talip'in sesi ortaya çıktı.
Her türlü kin ve saldırganlığa sahip olan bir
topluma karşı bir devrimdi...
YÜCE
VİCDAN
İmam Ali Bin Ebi Talip Yücelerin yücesidir.
Doğunun ve batının eskiden de şimdi de bir örneğini
göremediği tek bir örnek.
TARİHE
BAKIŞ
Herkes vicdan ve sağduyusu ölçüsünde insandır.
Dünyaya kulak verip kuşaklar arasında az örneği
bulunup dünyada meydana gelen yüce bir sorunu dinledin mi hiç...?
Kendine bir kulak ver. Akıl ve yürekle bir bak.
Kendini, yüce vicdanının öyküsünü dinle, sürekli yükselen, yaşamı
kolaylaştırıp dünyayı kolay kılan bir sağduyunun haberiyle karşılaşacaksın
kendinde. Çocuklar, akrabalar, mal, egemenlik, doğa ve batan güneşin görüntüsü
hepsi kolaylaşacak. Bu sağduyu, sahibini öyle bir yüceliğe itecek ki,
herkes vicdan ve sağduyusu ölçüsünde insan olacak.
Kendine öyle bir kulak, yürek, akıl ver...
Almuarri ile birlikte, uzak ve yakın bütün iyi insanlarla birlikte, açık
olan adalet ve hakkı, kanıyla sabahları ve şafakları bulayan şehitliğin
öyküsünü göreceksin. Şehitlerin kanı, gecelerin sonunda çifte fecir,
fecrin vurduğu ilk ışıklarla çifte şafak olarak çıkmaktadır.
Şu doğanın tarihine bir göz at. Ekseninde refah
olan, yaşam ve ölüm hakkında yeni düşünceler ortaya koyan bir düşünce
ara. Yasalarda, sistemlerde, kanunlarda, anayasalarda, Ahlakta ve bütün bunların
işbirliği ve ilişkisi konularında bütünün bir parçası olup o bütün için
varolan insan topluluğunun insanla olan bağlarındaki yerine derin bakış açıları
getiren bir düşünce ara...
Ataların miras olarak alıp çocuklarına ve
torunlarına miras olarak bıraktıkları, toparlanıp ondan alabildikleri kadarını
aldıktan sonra kalanını gelecek tembellere bıraktıkları çağların değerli
mirası olan bu hikmet mesajını insanlar için yaratan bir düşünceyi sor...
Sahibine zorlukları bırakıp insanların bunun
sonucunda refaha kavuştukları garip bir zekayı sor. Düşmanları ve
taraftarları önünde yolu açan ve açmaya devam eden zekayı sor. Her sebep
ve sonucu araştıran, araştırıp açıklamayı, kendini kurallara ve yasalara
dayandırmak isteyen, derin ve geniş kavrayışa sahip, insanların eylemlerini
daha içlerinde bir özlem ve kafalarında bir düşünce iken ele alabilmeye çalışan
bir zekayı sor. Özünde kendisi olan şu doğada, kendisinden sonra gelen her
ahlaki bayrağı kendi bayrağı ile birleştirebilen bir dünya zekasını sor...
Akıllar arasında öyle bir akıl tanı ki, sosyal
realitenin özü, toplumun başka şekilde değil de bu şekilde yürütülüp
oluşumun nedenlerinin özünü oluşturan, yüce realiteyi ilk olarak ortaya
koyan bir aklı tanı. Kendisi bunu kavradıktan bin dört yüz küsur yıl
sonra doğudaki ve batıdaki araştırmacı bilim adamlarının incelemelerinin
ekseninde bulunan bir konudur bu realite. Buradaki kastımız ise; Sadece sömürgeciliğin
doğu yasalarını çiğnemek için izlediği yöntemler, gerçek sebepler ve
kesin sonuçları, insanların aklını karıştıran yöntemler ve zenginlerin
yoksulları sömürmek, egemenlerin insan emeğini tekellerinde bulundurmak ve
bazı tanrıcıların yeryüzündeki egemenliklerini sürdürmek için yarattıkları
çürük mantıktır.
On küsur asır öncesinde, bin bir kaynaklı boş
hayallere bir sınır koyan sosyal realiteyi keşfedip ortaya koyan yüce aklı
tanı. Her yoksulun açlığından bir zengin zevk sürmüştür diye ilan
ederek, bu realiteyi değerlendirip fazlaca birikmiş her zenginliğin yanında
mutlaka kayıp haklar gördüm diyerek ekleyen aklı tanı. Tekelcilik üzerine
bir konuşmasında sosyal zulmün temeli ve dayanağı üzerine bir işçisine
şu sözü söyleyen aklı tanı. Bu konumun bir zarar kapısıdır, yönetenlerin
bir ayıbıdır.
Tekelciliğe engel ol.
Yüce aklının yol göstericiliğinde On küsur çağ
önce insanlığın gerçek sırrını ortaya koyan ve bu sırrın, yöneticileri
ve kralları sadece bir merdiven ve binek oluşturabildiği ölçüde bir ağırlık
verdikleri ve varlığını hissettikleri halk ile derinden bir sır olduğunu
ortaya çıkaran bir yüceyi hiç tamdın mı? Refail insanlık onurunda sevdiği
her şeyi yansıtabilmek için İtalyan kırlarından Hz. Mesih'in annesi örneğini
seçebildiyse ve bu yapıtında yaptığı gibi Tolstoy, Göte ve Volter düşünsel
ve sosyal yapıtlarında bunu yapabildiler ise, bu yüce insanın kendi zor koşulları
ve onların uygun olan koşulları, kendisinin dar onların geniş olan
toplumları farkıyla onlardan yüzlerce yıl önce bunu başarabildi. Bu yüce
insan krallara, emirlere, egemenlere ve zenginlere karşı savaştı. Mazlum ve
onuru elinden alınmış halk uğruna savaşırken ant içerek şunları söylüyordu;
Vallahi zalime karşı mazluma insaflı davranacağım. İstemese de zalimi
halkasından çekip hakyoluna getireceğim. Zamanındaki başıboş emirlerin ve
ahmak olduğu gibi bu ahmaklığı beğenmezlikten gelen aristokrasinin, kulağında
çınlayan, oldukça talihsiz ve kederli halkın gerçeğini de beraberinde dile
getiren şu çağrıyı yaptı Alt düzeydekiler sizin yücelerinizdir. Yüceler
de adilerdir. Bu çağrının ardındaki temel amacı da, yoksulluk ve zulüm
altındaki halk çocuklarının erdemlik konusundaki yetilerine ve feodallerin,
tekelci yöneticilerin içlerinde besledikleri zulüm ve kötülüğe işaret
etmektedir.
Büyük akıl ve dehaların, herkesin kendi çizgisi
ve isteği doğrultusunda çıkarsamalarda bulunduğu, ebedi, derin ve ezelden
beri varolan, hatta gelişigüzel bütün insanların bilmeden de olsa gölgesi
altında olmadan yaşayamadıkları, ataları ve babalarından kaldığı gibi
hiçbir düşünsel çaba göstermeden gelenek biçiminde edindikleri bir gerçek
olan, hem pozitif hem de negatif felsefelere temel oluşturacak bir gerçek
durumunda olan mutlak istikrarı aklına getiren bir yüceyi tanıyabiliyor
musunuz? Mutlak olanı araştırmak bir diğer anlamı ile ve özünde realiteyi
araştırmaktır. Bu araştırmaya insan, aklı ile, yüreğiyle, hayaliyle ve
bunların sonucundaki yaratıcılığıyla, daha sonra da her çeşit koşullar,
itici etkenler ve münasebetlerle katılmaktadır. Daha sonra aklı ve mantığıyla
insan, bu mutlakıyetteki her istikrarın bu kuvvet olduğunu kavradı. Ki bu
kuvveti, insanın kendisi oluşturmaktadır. Bu güç, şurada ya da buradaki
zaferi ya da yenilgisiyle ortaya çıkmaktadır. Savaş alanlarında, politik
alanlarda ve her alanda zafer ve hizmet olarak ortaya çıktığı görülmektedir.
Zafer ve genellikle mihenk taşı durumunda değildir. Gücün bizzat kendisinde
her türlü ölçü mevcuttur.
Bu doğunun tarihinde depremlerin yıkamadığı,
volkanların bozamadığı inancın sağlamlığını hiç sordun mu? İnanç
karşısında en küçüğü bütün düşmanların (Ki, bu düşmanlar hem çok
hem de güçlüdür.) yanlış yöne saptırma ve bu yönde düşünmeye itme
gibi birçok komplodan daha şiddetli bir deprem vardır. İnanç karşısında
kesin ölümle tehdit etmekten, bizzat ölümden daha yakıcı bir volkan var mıdır?
Daha sonra bir inancın doğrudan teslimiyetçiliğe kapılmadan, herhangi bir
çıkara dayanmadan inancın bizzat başarısı yükseklik ve zenginliğin
kendisi, yükseklik zenginlik çerçevesinde sıkıştırılmadan inanç uğruna
savaşımın nasıl olabileceğini sordun mu? Dünyadan rahmet sohbetini yapmasını
istedin mi? Rahmetli bir yüreğin, barış ve refahla akan bir dilin olmasını...
Sertliğin, sömürünün, zıtların üzerinde anlaşamadığı çıkar
tekelciliğinin egemen olduğu, daha sonra bütün çıkarların şefkatli dil
ve yürek sahibinin kavgalarında birleşebildiği bir dönemde arzuların bitip
tükenmediği bütün dünya arzularının önünde diz çöktüğü temel güçtür...
İnsanların dillerindeki, yazılarındaki ve yaşamlarındaki
suçsuzluğu (Beraat, Aklanmışlık) tanıyabildin mi? Bu insanların azının
ya da çoğunun, herkesin kendi oluşumu kadarıyla payını alabildiği iyi
niyeti tanıyabildin mi? Bu iyi niyetin kardeşleri durumunda olan aklıselim ve
saflığı tanıyabildin mi? Örnekleyecek olursak gecenin gözyaşları şafak
vaktindeki çiğlerin dahi az geldiği saf temizliği tanıyabildin mi? Gecenin
gözyaşları ve şafak vaktindeki çiğler benzetmede yeterli değildir; çünkü
bu insan saflığıdır. Ne gece ne de şafak bunun yerini alabilir. Kış
mevsiminin güneşin sıcaklığı karşısında rahatladığı gibi
rahatlayabileceğin, toprağın suya güvenip yeşererek filizlendiği gibi güvenebileceğin
temiz bir kalbiselimden fışkıran saf ve temiz bir suçsuzluktur. (Beraat tir-
Aklanmışlıktır)
Diğerlerinin sevgiden ve sadakatten aldığının
fazlasını alabilen bir yüce tanıyabildin mi? Ayrıca içinde kendiliğinden
akan sadık karakteri olmadan bu sevgiyi ve sadakati elde edemezdi. Sevdi
kimseden sevmesini beklemeden. Sadık kaldı kimseden sadakat beklemeden. Bütün düşüncesinin
ve duygularının derinliğinde özgürlüğün oluşumunun gereksinimi olan başkasının
kabul etmeyeceği bir kutsallığa sahip olduğunu kavradı. Bu kutsallık çerçevesinde
sevginin ve sadakatin serbestçe olabileceğini kavradı. Böylece de; Kardeşliğin
kötüsü istenileni yapandır, iyisi de bunun ötesinde olabilendir.
Devamı
<%@ Language=VBScript %>
Hz.ALİ (1) Sayfa 1
1.FASİKÜL
SAYFA> | Giriş | 1 | 2
| 3 |
İNSANLIK
ADALETİNİN SESİ Hz. ALİ
İnsanlık, uzun ve garip bir tarihe sahiptir.
Uzunluğunu oluşturan; Eski insanların, zamanla yeryüzünün ilk günlerine
kadar uzanan ömrüdür. Sonrası da, aşamadan aşamaya, yaşamdan yaşama
gelen, tarihin ağır ve hantal gelişimidir.
Garipliği ise, bir önsözle ele alınabilecek ya
da bir kitapta incelenebilecek olmaktan çok daha fazladır. Garipliğinin en
belirgin özelliklerinden; insanlığın şu ya da bu topluluğunun, şu ya da
bu şahsın belirli zaman aralıklarında insanlığın en yüksek zirvelerine tırmanışı
ile korkunç düşüşler arasında yaşadıklarıdır. Bu zirvelerin böyle kuşatılmış
olması göreni korkutacak biçimdedir.
Tarihin üzerinde kurulmuş olduğu matematiksel bir
sistem vardır.
Öyle olmasa idi Grek'lerin art arda olan uçurumlarla
dolu bir çağda yükselmeleri nasıl yorumlanabilir. Bu yükseliş sırasında
elleriyle iyilik ve güzellik tabloları çizen, gerçeğin yüzünü açığa
çıkaran, sanatta, bilimde, ahlakta ve bunun gibi birçok düşünsel konuda ve
bütün olarak insanın oluşumu konularında esaslar ve kurallar ortaya koyan
dahileri aracılığıyla kendilerini ortaya koydular. Her yerden insanların
arzularını kabartarak geldikleri, her ovadan tırmanıp silahlarıyla duvarlarına
yokluğun gölgelerini yaydıkları büyük şehir Atina yeryüzünde örneği görülmeyen
bir şekilde yükselmiştir... Ancak bütün gelenler bu şehri ve içindeki
insanlık kemalini görünce, harabeleri arasında boyun eğerek, çocuklar gibi
bakıp dinleyip itaat etmeye, şairlerin, filozofların, ressamların ayaklarının
bastığı yerleri öpmeye, düşüncenin kutsallaştırdığı toprakları terk
etmeye, işgal arzuları sönmüş, süngüleri küçülmüş, sertlikleri yumuşamış,
sert barbardan büyük kentin duvarları arasında az çok aldıkları güzelliğin
anlamıyla dünyaya insan olarak geri döndüler. Böylece de Grek'ler yaptıkları
aracılığıyla en önemli dönemlerin ışıltısını, dünyanın her tarafına
yaydılar.
Tarihin bütün olması ise : Şekil olarak
birbirinden görünse de, özünde dünya halklarının geçirdiği aşamaların
benzerlik arz etmesidir. İnsan topluluklarının hepsinin duyduğu acılı
kabusların (Zamanla isimleri değiştirilse de yerle birlikte rengi değişse
de) aynı ellerde tutuluyor olmasındandır. Tarihin bu gidişinde, yeryüzündeki
insanların zor ve dikenli yollardaki hedefinin (tabii ki, isimler değişse de)
bir olmasıdır. Bir bütün olan bu insanlık tarihindeki özde birlikteliği
zorunlu kılan temel sorun; insanların toplu ya da bireysel olarak gerçekleştirdiği
her ilerleme, insanlığın ve insanın oluşumundan bugüne kadarki bütün çağlarda
ve bir bütün olarak tüm insanlığın katkılarıyla dolu olmasıdır. Genel
hatlarıyla gelişim aşamalarının öyküsü böyle olduğuna göre, biz Arap
olarak bu olayların dokusundaki yerimiz nedir ..? İnsanlığın hizmeti, uğruna
tarihin aşamalarındaki katkımız nedir?
Biz bu tarihe katılımda bulunduk... Bir defa dünyada
var oluşumuzla katılımda bulunduk. Varlığının birlikteliği ve garipliğiyle
insanlık tarihine katılımda bulunduk. Garipliğine olan katkılarımız; özgün
tarihimizin en belirgin sayfalarıdır. Tarihimizin belirli gelişim aşamalarında
Ali Bin Ebi Talip'in ve onun gibilerinin yaşadığı dönemden sonraki dönemlerde
ortaya çıkan ve uçsuz bucaksız yeryüzü çatlaklıkları arasında onun güzel
akranlarının ortaya çıkması bu garipliği ortaya koymaktadır. Bu da insanlık
tarihindeki herhangi bir zirveye baktığımız gibi bakmamız gereken düşünsel
ve içten bir yüceliktir.
Eskiden beri insanın ufuklarını daraltan tek şey
varsa o da; insanın, kendini yanlışların egemen olduğu ve kuşak kuşak
ilerlemesine rağmen ananelerin yoğunlaştığı sınırlar içerisinde
hapsetmesidir.
Kişinin öngörüsünün geniş fersahları, ırak
mesafeleri ve yüksek zirveleri görmesini engelleyen de; cahilliğin solunduğu,
yoğunlaşıp artarak devam ettiği egemen bulutlardır.
Tarihin birçok aşamasında bu sınırların
daralması, insanın yaratıcılığını yok edip sınır ötesi iyilik
kaynaklarını görmesini engelledi. Bu bulutlar, egemen olup yoğunlaştıkça
insanın dünyada ilerlemesini ve yeryüzünün açıklıkları doğrultusunda
daha da koşturmasını engelledi.
İyilik kaynakları, bu gökyüzü, bu dünya, yeryüzünün
bu açıkları ve bütün kapsadıklarının çoğu; Sahralardan gelen geçici
yağmur bulutları gibi gelip geçen, kuraklıktaki yaşam yağmuru gibi çöllerin
kenarlarında yağan, aç ve susuz bir kavime yeşilliği, bereketi ve suyu bırakan
yücelerin ellerinden başka bir şey değildir.
Tarihin bu karanlık sayfaları kapanmış, insanın
öngörüsünü ve görüşünü sınırlayan yanlışlıklar ve aptallıklar
kendileri için ağlamıştır. Ki, zamanında yüceleri kuşatmış, bazılarını
hiç kimsenin tahammül edemeyeceği ve gözün göremeyeceği insan toplulukları
çemberi içerisinde hapsetmiştir. Bu çember, bütün insanlığı kapsayacak
şekilde genişletilmiştir. Ancak gerçek yüce olan kimse, ne bir taifeye ne
de bir ulusa özgü olarak kalmıştır. Socrates : Hintlilerin, Çinlilerin,
Arapların, Grek'lerin ve bütün insanlığın olmuştur. Diğer yüceler de
aynı şekilde dünyanın malı olmuştur. Ali Bin Ebi Talip de, dünyadaki
taifelerden birinin yücesi değildir. Yeryüzü kaynağındaki bütün akranları
gibi ayağı adım atabilen herkesindir. Tıpkı güneşin yeryüzünü dağlarıyla,
çölleriyle, tepeleriyle, vadileriyle, deniziyle, karasıyla her tarafını aydınlattığı
gibi... İnsanların yalnızca ışığıyla aydınlanıp sınır ve duvarlar
koymaması gerekir.
Bütün insanlığın tarihinde olduğu gibi doğunun
tarihinde de, eski ve orta çağların mantığınca bazılarım yaşamlarında;
Kral, komutan, söz sahibi yaptığı, bazılarını ölümünden sonra kahraman
ve büyük yaptığı her iki durumda da hesapsız lakaplar taktığı birçok işgalci,
katil, soyguncu, aptal ve adi insan vardır. Biz de şimdiye kadar lakap
sahiplerinin rekabetiyle dolu kitapların çoğu yüzümüze çarpmaktadır. O
katillerin kahramanlıkları ile dolu zemheri gibi soğuk sayfalar, o adilerin büyüklüklerinden
bölümler yüzümüze çarpmaktadır. Bu tür yazarlar; okurlarını, kahramanlıkların
bu tür insanların davranışlarından başka bir şey olmadığına, yüceliğin
de soygunda, gaspta, öldürmede, yıkımda ve toplu katliam sebeplerinin yaratılmasında
bir çeşit davranış olduğuna inandırarak cinayetten ve mutluluktan,
adilikten ve övünçten, korkunun yaratılmasından, açlıktan ve her türlü
korkunç şeyden çığırtkanlık yapmaktadırlar. Onun için ve bu yazarlara
esenlik diledikten sonra gerçek bir insan oluşundan dolayı gerçek bir
kahramanın kişiliğini topladığımız bu kitabı ele aldık. Arap kütüphanemizde
iyi eserlerin çoğaldığı bugünümüzde onlara eklenmesini ümit ediyoruz.
Bununla da bazı konulara dikkat çekmek istiyorum.
En önemlisi de; Tarihimiz, insanlık tarihine onur
verdiği gibi, Arap olarak bizi onurlandıran yüce insanlığın aydınlığıyla
dolu güzel sayfalardan oluşmaktadır.
Ali'yi, çağını ve ondan sonraki çağları araştırırken
dikkat edilecek hususlardan bir tanesi de, zalime karşı mazlumun zaferi uğruna
olan direnişteki büyük katkısıdır. Köleliğe ve sömürgeciliğe karşı
inadı, zaman ve mekanın olanakları çerçevesi içerisinde düzenlemeler
yapması ve yasalar koyarak bunların sebeplerini zayıflatması, kanı ve yaşamıyla,
değerli olan insanlığın onuru uğruna olan fedakarlığıdır. Böylece de bütün
tarihimizin karanlık ve zulüm olmadığını daha açık biçimde görebiliriz.
Zifiri karanlıkları içerisinde ışıklar ve hilaller vardır. Bundan da öte,
çöllerinde bazen sağanak bazen de yoğun biçimde gökyüzünün boşalttığı
yağmurlar vardır.
Tarihimizdeki bu parlak sayfalar, uzun karanlık çağların
bizi bağladığı birçok zincirimizi kırarak bir kişinin ya da bir kuşağın
bütün insanlık uğruna olan gerçek kahramanlığını kutlayarak, uzun ve
uzak erimli amacı (Kendi alanında ve her alanda) insana hizmet olan bir Arap
milliyetçiliği ile güçlenerek kendimizi yeniden gözden geçirmemize
muktedir kılıyor.
Onun için 14 asır önce Ali Bin Ebi Talip gibi bir
adamla ve daha sonra o günkü taraftarları ve öğrencileri aracılığıyla
kendi dehasını anlatabilen bir halk; Bugün (Uzay işgalleri çağında) sürekli
öne bakan ve arkaya baktığı zaman, vardığı yerde durup dinlenmek, tarihin
estirdiği yerde kalmak için değil de uzun tarihi varlığından güç ve azim
almak için bakan kafile ile birlikte yol alabilecek bir halktır.
Bunlara ek olarak iki sorun daha vardır. Birincisi
: Bu geniş yeryüzündeki bütün halkların insanlık tarihindeki özel
sayfalarında kendi yüceltilerine baktığı ve onları çok sıkı biçimde
incelediği, kendisini aydınlatacak ibreti ve azmi aldıktan sonra yoluna devam
etmesidir. Tarihi olaylardan, kahramanlıklardan ve gerçek yücelerin öykülerinden
yoluna devam edecek gücü almasıdır. Bizler neden onların yaptığı gibi
yapmayalım.? Değerlendirip karşılaştırdıktan sonra neden bizim yüceltimizi
onların yüceltilerinin yanına koymayalım ..? Yapalım!.. Çünkü tarihi öykümüz
birdir. Yücelerimiz de hepimizindir...
İkinci sorun ise: Tarihimizi ve insanlarımızı
araştırmaya alışık olduğumuz geleneksel düzlemden uzakta, hakikatim öğrendiğim
nadir dehalardan birisinin Ali Bin Ebi Talip olmasıdır. Yüceliğinin
ekseninde, insan onuruna ve insanın onurlu, özgür yaşamdaki kutsal hakkına
olan mutlak inancın bulunduğunu gördüm. Dogmatizmin, çökkünlüğün, geçmiş
ya da bugünkü durumların herhangi bir aşamasındaki duraksamanın, yokluğun
ve ölümün belirtilerinden
başka bir
şey olmadığını gördüm.
Özünde, gelişimin bir kuralı olan, (sanki doğayı
ve yaşamın özünü dile getirmek istermişçesine) Ali'nin şu söylediğini
tarihin yücelerinden hiç kimse söylemedi ve aklımıza yerleştiren olmadı;
Çocuklarınızı kendi ahlakınıza göre zorlamayın, onlar sizin zamanınızdan
başka bir zaman için yaratılmışlardır.
İnsan gidişatının tümünü kapsayan ve her işi
denetleyen şu yüce kuralı da, Tarihin yücelerinden daha önce söyleyen ve
aklımıza yerleştiren hiç kimse olmamıştır; Dünü ile bugünü eşit olan
aldanmıştır. (Duraksamıştır) İbn Ebi Talip burada duraksamanın, sadece
insanların dünü ile bugünlerinin eşit olmasıyla gerçekleşebileceğini
dile getiriyor. Bu da duraksama bilmeyen yaşamın gidişini takip etmekle mümkündür.
Varlığın adalet deneyimlerinin kendiliğinden
kaynaklandığını ve bizzat varolduğunu dehasının ışığıyla çıkaran
ve aklımıza yerleştiren hiç kimse Tarihin içerisinde mevcut değildir.
Kendi varoluşunu kötü yapan kendi kendine işkence yapar.
Tarihin yücelerinden çok az kişi her türlü
tekelciliğin cinayet olduğunu, aç kalan her fakirin bir zengini doyurduğunu,
affedilmeyecek günahlardan birinin insanın insana yaptığı zulüm olduğunu
uyararak bu bilinçle yasalar yapmış ve kurallar koymaya çalışmıştır.
Tarihin yücelerinden çok az kişi bu ilke ve
kuralların tümünü yaşamış, tutarlı düşünsel ve sosyal mezhepler kurmuş,
birbirinden bağımsız düşünceler çerçevesinden çıkarak temeli ve kuralı
olan bir yapılaşmaya yönelmiştir.
Tüm bunlar olmasa idi, daha sonra Ali'den garip bölümleriyle
oluşan bir tarihi öykü nasıl çıkarılabilirdi? Bu öykü genel hatlarıyla
Ali'nin yüceliğini ve direnişini ortaya koyan bir öykü oldu. Kötü
durumlarıyla korkunç despotluğun, esaretin ve çökkünlüğün egemen olduğu
karanlık çağlardaki Arap aleminin yaşadığı devrimin öyküsüydü bu öykü.
Her güçlü (Hayvan güçlülüğü niteliğinde) efendi oldu. Kıyım
yapmaya, öldürmeye, gasp etmeye, çalmaya, insanları terörize ederek vurmaya
başladı. Her hırsız, yiyenlerle birlikte insanları yemeye başladı.
Her katil, kılıcıyla insanların boyunlarını kuşattı.
Her cahil, evini düşünenlerin
kafataslarıyla kurdu.
Her köle, özgür olanları öldürerek kahraman
oldu.
Her alçak, yeryüzünde başını dik tutarak yürüyüp
yeri delebileceğini
başının dağlara
kadar yükseldiğini zannetti.
Bu tür köpeklerin havlayabilen her eniği yaşamlara
sınır koyabilecek güç ve söz sahibi oldu. Öyle ki, az çok bu tür zulümlerle
birlikte sanki tarihimiz genel insanlık tarihinden ayrılmış gibi oldu. Örneğin
: eski çağlarda Deniş adındaki alçak bir diktatör Sirakoz'da egemen idi,
Eflatunu köle olarak sattığında dostlarından birisi kalkıp kendisini feda
ederek filozofa özgürlüğünü geri vermişti. Babasından daha adi olan küçük
Deniş filozofla alay etmek istiyordu. Ama Filozof ikinci seferinde de kurtuldu.
Deniş daha sonra onu bir daha öldürmek istediyse de Filozof bir mucize
sonucunda sadık öğrencilerinden birisi aracılığıyla kurtulmuştu.
işte Arap aleminin yaşadığı devrim öyküsü de
bunun gibidir. Özgürlükçülerin korkunç tehlikelere atıldığı öyküdür.
Bunların çoğunluğu da despotizme karşı Ali'nin çizgisini, ahlakını ve
direnişini izleyen, Ali'nin öğrencileri ile eski ve orta tarihimizin birçok
aşamasındaki destekçileri ile eski ve orta tarihimizin birçok aşamasındaki
despotik rejimlere karşı muhalefetin temsilcilerinin öyküsüdür.
Kendisinin, ezilmişlerin ve zayıfların savunma
davasını üstlenen mazlum ve ezilmiş insanların ayırımsız, onurlu, kendi
arzularıyla yürüttüğü harekettir. Bazılarının değerlendirip iyidir
diyerek katıldıkları, bazılarının da serdir diyerek reddettikleri bu uzun
hareketin öyküsü, uzun erimli olarak gördüğümüz şekliyle özünde
bizzat Ali'nin savaşçılarının kılıç ve hile ile karşılaştıkları öykünün
süreç içerisine sıkıştırılmış bir uzantısından ibaret olup yeni bir
ışığın altında incelenmesi gerekir. Bununla birlikte bu öykü atalarımızın
tarihimizde çizdiği savaşım sayfaları olup geçmişimizdeki kin ve saldırıların
bir tazminatıdır.
Öz olarak Arap çerçevesinden hareketle geniş
uluslararası çerçeveye, birbirine yakın iki Arap sürecinde, insanın yaratılışından
Avrupa'daki kalkınma dönemine kadar olan süreci kapsayan, yüce dehaların içinde
yaşadığı, anayasaların konduğu, sosyal siyasi ve ahlaki hareketlenmelerin
olduğu uluslararası zaman sınırlarına yöneleceğimize göre İbn Ebi
Talip'in bu yasaları koyanların ve hareketlerinin içerisinde önemli bir
yerinin olduğunu kavramamız gerekir. Ancak sözünü ettiğimiz bu yer nedir?
Bu adamın diğer adamlar arasındaki konumu nedir?
İbn Ebi Talip üzerindeki bütün yazıların tek
çerçevede dönmesi, bu çerçevedeki her çözüm ve her tartışmanın bu çerçeveyi
aşmaya çalışması durumunda kılıçların eğilinceye kadar, süngülerin kırılıncaya
kadar konuşması ve bunları savunanların gökteki kuşlar ve yerdeki aslanlar
tarafından parçalanmaya çalışılması bir aptallık değil midir?
Kuşkusuz Ali'nin tarihindeki bu sorunlar başka bir
konudur. Çünkü uzak tarihteki bin bir olayla sınırlandırılmıştır.
Ancak İbn Ebi Talip'in gerçek yüce yanları bundan çok daha fazladır. İncelenmesi
de; Bu adamın ve çağındakilerin gizli yanlarının açığa çıkartılması
içindir. Her tartışmanın ve her incelemenin bu çerçevede olması için değildir.
Bu kitapta Ali'nin çağı ile ilgili yeni bakış açıları,
dehasını ele alan yeni ve geniş görüşler, insanlık tarihinin sosyal bir
olgusu olarak insanın anlamının getirdikleri ve bu anlamın genel tarihi gelişimle
birlikte nasıl geliştiğini, bütün bunlardan sonra da çağların düşünürleriyle
bazı yanlarını karşılaştırarak insanın Ali Bin Ebi Talip yanındaki
anlamını, eski ve orta çağlardaki insanın anlamını içinde barındıran
niteliğiyle, ayrıca insanlık tarihindeki belirli dönemlerin sonu ve yeni bir
dönemin başlangıcı olması itibarıyla büyük bir devrim olan Fransız
devriminin ilkelerini, Ali Bin Ebi Talip'in genel ilkeleriyle karşılaştırarak
açıklamaya çalışacağız.
Ayrıca bu kitapta Ali ve Socrates'i tahlil ederek
inceledik. Daha sonra da ikisinin ahlak felsefesini ve diğer insani sorunlara
bakışlarını karşılaştırarak ele aldık. Bu inceleme Ali'nin bütünsel
bir olgu olarak evrenin adaletinin önemli bir yanını temsil ettiğini ortaya
koydu. Bu geniş amaçlı araştırma İbn Ebi Talip'in kişiliğindeki tutarlılık
derecesini ortaya koyarken onsuz hiçbir araştırma ya da görüşün doğru
olmayacağını ortaya koymaktadır.Bu kişinin tutarlılığını, dehşete düşürecek,
şaşırtacak bir derecedeydi. Bunun dışında Arap tarihindeki komünleşmenin
(Şiileşmenin) anlamı üzerindeki incelemeler söz konusudur. Böylesi dakik
bir konuda, birçok yazarın kendisi için kabullendiği yanlışları ortaya çıkardı.
Ali'nin orta çağlardaki Arap edebiyatı üzerindeki etkisini ele alan
incelemeler, İmam-ı Ali ve Arap milliyetçiliği adı altında özel bir araştırma
vardır. Bunun dışında birçok araştırma mevcuttur.
Bütün bu araştırmalara; Araştırmacıların
eski tarihimizi inceleyip görüşlerini ortaya koymaları üzerine ayrıntılı
biçimde, yöntemleriyle ilgili görüşlerimizle başladık, çağdaşlaşmamız
içerisinde, tarihimizi araştırabileceğimiz gerçek sınırlar üzerinde
durduk. Sonunda da Arap ve yabancı yazarların Ali Bin Ebi Talip hakkındaki
incelemelerini ve bu incelemeler hakkındaki görüşlerimizle bitirdik.
Burada eleştirmenlerin şiirden çok incelemeyi andıran
bazı bölümlerde işaret ettiği bir nokta ile ilgili bir sorunu açıklamamız
gerekir. Ancak bu konu Avrupalıların imam üzerindeki görüşleri bölümünde
ele alındığı için buraya almayacağız ve kendimizi bu sorunu açıklamakla
meşgul etmeyeceğiz Bilime zorla dayandırılan, ateşten ısısını, rüzgardan
esintisini, ırmaktan yatağını almak isteyen kendilerinin yarattığı ve
bilimin yaratıcılığındandır diye iddia ettikleri bir gümbürtünün arkasına
sakladıkları acizlik ve takatsızlıktan başka bir şey görmemekteyiz. Buna
dikkat çekmemiz gerekir. Çünkü bu inceleme böylesi yöntemlerin sathını
değil özünü ele alıyor.
Bu kitapta tarihimizin belirli aşamalarına karşı
insaflı davrandığımızı ve kendi özel tarihinden yararlanan kardeşlerimiz
gibi genel insanlık tarihinden bizim yararlandığımız ve herkesin yararlandığı
gibi sürekli yenilenmekte olan yaşam kervanıyla birlikte yükselen gidişimize
yararlı olmak bütün ümidimizdir.
CORC
SEM'AN CERDAK
Devamı
Açlığın hakim olduğu yerde doyuncaya kadar yemek yemekten kendini alıkoyan, halkın içinde çul elbise giyinen bulunurken kendini yumuşak elbiseden alıkoyan, insanların fakir ve gereksinim sahibi olduklarında kendini bir dirhemden alıkoyan, taraftarlarından da bu yolda gitmelerini isteyen bir yönetici tanıyabildin mi?
Dahası da, kardeşini halkın malından sebepsiz bir dirhem istedi diye yargılayan, taraftarları ve yardımcılarını, sempatizanlarını rüşvet diye aldıkları bir ekmek için yargılayan, Allah'ın adına yemin ederek adamlarından birisine halkın malından küçük ya da büyük bir şey aldıysa şiddetle onu her şeye muhtaç bırakacağına dair uyarıp tehdit eden bir yönetici tanıyabildin mi? Bir başkasına da bu çok kısa ve güzel sözlerle hitap eden bir yönetici tanıyabildin mi?
Yeryüzünde eline geçirdiğin her şeyi aldığını duydum. Bunun hesabını ver. Ayrıca rüşvet alıp zayıfların sırtından zengin olmaya çalışanları tehdit ederek şöyle söylüyor: Allah'a inan ve bu insanlara mallarını geri ver. Şayet bunu yapmaz da bir gün seni elime geçirirsem, Allah'tan senin kusurlarını affetmesini dileyip vurduğum her kim ise cennete girmeyecek olan şu kılıcımla seni vururum.
Zamanında ve mekanında dizi üzerinde kuru ekmekleri kırıp öğüterek yiyen, ayakkabısını eliyle diken bir emiri halk arasında görebildin mi? Dünya malından az ya da çok hiçbir şeyi elinde bulundurmuyordu, çünkü biricik derdi zayıfları, mazlumları ve yoksulları sömürücü ve tekelcilerden koruyup halka rahat ve onurlu bir yaşam sağlamaktı. Yeryüzünde aç karın, acılı yürek oldukça gözü yemekte olmayanlar oldukça rahat bir uyku ve su onu ilgilendirmiyor. En şerefli sözlerinden; Zamanın zorluklarına onlarla birlikte katlanmadan bana müminlerin emiri denilmesini kabullenebilir miyim. Çünkü hakkı kurup haksızlığı savamadıktan sonra bu dünyadaki en ufak şey onun yanında insanların başında olmaktan daha iyidir.
Dünyanın bütün bölgelerindeki insanlar başına toplansa dahi adalet yolunda hep hakkın yanında yer alan bir yüceyi tanıyabildin mi? Düşmanları dağı düzü dolduracak kadar çok olsa da mutlaka haksızdı. Daha sonra izlediği çizgide bir ilke oluştursa dahi onun içindeki adalet kazanılmış bir ilke değildi. Ayrıca bu yönü kendisinin adalet kavramından bir tane oluştursa dahi kendisi açısından adalet politikasının çizdiği bir çizgi değildi. Kendisi bunu izleyip iyilerin yüreklerine vardıysa da onun yanındaki adalet kavramı onu toplumun başına getirecek bir yol değildi. Çünkü onun ahlaki ve edebi yapısı öyle bir kök oluşturuyor ki, adaletin dışına çıkabilecek karakterde değildi. Sanki bu adalet onu oluşturan yapının maddelerinden bir tanesidir. Kanının ve canının bir parçasıdır.
Düşmanlıklar ülkesinde aralarında akrabalarından birisinin de bulunduğu çıkar sahiplerinin savaş açtığı bir yüce tanıyabildiniz mi? Ona karşı zafer kazananların insanlık anlayışları yerin dibine battı. Çünkü onların zaferi, hilenin, teslimiyetçiliğin, buyrukluğun zalim ve bilgisiz bir kılıçla dünyanın kazanılması zaferidir. Yenilgisi dahi bir zaferdi, çünkü, bu yenilgi aklın ve yüreğin ışığındaki yenilgidir. Bu yenilgi insan hakları ve onuru uğruna, adalet ve eşitliğe varmak için arzulanan uğruna şehitliği özünde bulunduran bir yenilgiydi. Böylece de zaferlerini bir hezimete onun yenilgisi de insanlığın değerleri uğruna bir zafere dönüştü.
Tarih boyunca cesur, çok cesur ve savaşçılarındaki insanlık sıfatlarına olan sevgisi ve onlara karşı olan şefkati; Mağdur olmasına karşın barışçı, doğru ve onurlu bir tavır takınarak yakınlarına şu tavsiyede bulanacak kadar büyük bir sevgiye sahip savaşçıyı aradın mı? Onlar ilk başlayan oluncaya kadar onlarla savaşmayın, hezimet Allah'ın emri ile olacağından hiçbir sebepçiyi öldürmeyin, zayıf olan kimseyi hedef almayın, hiçbir yaralıya saldırmayın ve hiçbir kadına eziyet etmeyin. Daha sonra onu öldürmek isteyen on binlerce kişinin akan suyu dahi keserek onu susuzluktan öldürmeye kalkıştıklarında, zorla suyu onların ellerinden aldıktan sonra kendisi taraftarları ve hatta kuşlarla birlikte eşit biçimde bu suyu kullanımlarına sundu ve şöyle dedi : Allah uğruna savaşarak ölen şehit güçlü olup affedenden daha yüce değildir. Affeden meleklerden bir melek olacaktı. Daha sonra karanlık eller ona vardı ve onu vurdu. Kendisini öldürenle ilgili olarak taraftarlarına şöyle dedi; Affederseniz imana daha y akın olursunuz.
Garip bir savaşçı, yüreğinde garip bir cesaretin ve nadir bir savaşçılığın madenleriyle acayip bir şefkat ve sevginin madenleri birleşiyordu. Ona karşı komplo kuranları vurup yakalayabileceği bir güçte iken onları kınardı. Hatta kimsenin önünde değil yalnız iken kınardı. Onlar silahlarla donanmışken kendisi yalnız başına kınar ve insanlığın arasındaki kardeşlik ve sadakatten söz ederdi. Bu yolda ısrar etmeleri durumunda da, ağıt yakardı. Kendisi zayıf ve yoksulların kılıcı olarak daha da ısrar etmelerine sabrederdi. Ta ki, onlar savaşı başlatmcaya kadar. Sonunda onlara depreme uğratırcasma saldırırdı. Şiddetli rüzgarların sahra kumlarında esip darmadağın ettiği gibi onların arzuları üzerinde eserdi. Aralarında sadece kötülüğü ve düşmanlığı kasteden gaddarları öldürürdü. Zaferi elde etmesi durumunda da bencillik ve saplantıların, kötü arzuların canileri olduğu için kavgayı kınardı.
İnsanlar arasında başkasının yanında bulunmayan biçimde liderlik ve servetin nedenlerini bulunduran bir emir tanıyabildin mi? Bütün bunlara rağmen sürekli bir sefillik ve yoksulluk içerisinde kaldı. Şerefli bir soyun sebeplerini bulundurmasına rağmen şunları söyledi; Hoşgörüden daha iyi bir soy olamaz. Onu sevenler ona sevgisini gösterince beni seven yoksulluk ve hırkaya hazırlasın kendini dedi. Sevgi gösterisini daha da arttırınca bendeki değerli bir şeyi öldürmeyin dedi. Daha önce de kendi kendine Allah'ım bilmediklerimizden bizi affet dedi. Onu ilahlaştırdılar. En şiddetli biçimde onları cezalandırdı. Başkalarından da tiksindi. Ama ahlakta kardeşlerine nasihat verirmişçesine bir tavır takındı. Ona sövdüler, taraftarları bu sövgü üzerine rahatsız olup şovenlere sövgü ile cevap verdiler. Ancak kendisi taraftarlarına sizin sövgücü olmanızı sevmiyorum dedi. Ona düşmanlık ettiler, kötülük yaptılar, hakkında konuştular ve daha sonra üzerine yürüdüler. Ama kendisi Kardeşini ona iyilik yaparak kına, ona cömertlikle karşılık ver, senin kardeşine karşı olan bağlılığın, onun sana olan boykotundan, senin ona olan iyiliğin onun sana olan kötülüğünden daha güçlü olamaz dedi. Egemenliğini sürdürmek için bazı günahkarlarla -kısa bir süre için de olsa- geçinmesi için onu kandırmaya çalıştıklarında sana nasihat veren dostundur. Seni kandıran da düşmanındır diyerek şöyle ekledi. Yalanın sana yararlı, doğrunun sana zararlı olduğu zaman dahi doğruluktan yana ol. İyilik yaptığı adamlar ona karşı savaşınca da kendi kendine şöyle dedi; Sana şükretmeyene iyilikten geri kalma. Yeryüzünün zenginliklerinden ona söz edince konuşana bakarak, yeter en iyi zenginlik iyi ahlaktır, dedi. Yöneticilerin yönetenleriyle zaferi elde edeceği üzerine teşvik edince günahkar olan zafere ulaşamaz, kötülükle zaferi elde eden hezimete uğramıştır, diyerek başkasının görmediği biçimde düşmanlarının kötülüklerini gördü Hepsine göz yumup kendi kendine şunları söyleyerek teselli buldu: Onurlunun en iyi işi bildiği karşısında göz yummaktır. Düşmanları ve cahil taraftarları insanlar içerisinde karamsarlığı yayınca kendisi hep, iyilik ihtimali verebileceğin başkasının bir kelimesi karşısında kötü düşünme demeye devam etti.
Ama senin din kardeşindir, ya da senin gibi yaratılmıştır iffetinden ve doğruluğundan Allah'ın sana vermesini istediğin gibi onlara ver gibi bir sözü taraftarlarına tavsiye eden bir din imamı gördün mü? İnsanlar arasında hakkaniyeti gerçekleştirmek için kendi iktidarına karşı gelen bir iktidar sahibi biliyor musun? Kardeşlerine iyi ahlaktan başka bir şey olamayan bu yaşamda sadece yaşayabileceği kadarını elinde bulunduran bir zengin biliyor musunuz? Dünya ise başkalarını aldatsın...
Bu dünyanın tarihinde, açık zevk ve servete bağlı düşünce öngörü ve sevgi ayetlerini birbirine bağlayan açık bir çizgiyi sordun mu? Ne insan kaldı, ne de onun öngörüsü, düşüncesi ve sevgisi kaldı. Hepsi birbirine bağlı ve birbirinin dengi. Genç duygu ve uzak öngörüler patladı, gerçek durumun şevki ve gerçeğin sıcaklığı ile bu gerçeğin arkasmdakini öğrenme arzysuyla dolup taştı. Konunun güzelliği ile yapının inceliğinden kası anlamın biçimle iç içe girecek bir şekilde toparlanmasıdır. Öyle bir iç içe girmedir ki bu, ateşin ısıyla, güneşin ışıkla ya da havanın havayla iç içe girmesi gibidir. Sen ancak onun karşısında selin akarken, denizin dalgalanırken, rüzgarın eserken karşısında durduğun gibi durabilirsin. Veyahut unsurlarından herhangi birisinin olmaması durumunda varlığı yok olup hiç varolmamış gibi kalacak olan birlikteliğin üzerinde duran ve olduğu gibi olması gereken doğal oluşum karşısında durduğun gibi durabilirsin. Bu öyle bir mesaj ki, duyma hissini akıla katıp anlamları nağmelere dönüştüren bir mesajdır. Bu nağmeler canlı doğanın istediği ve arzuladığı gibi bizzat anlamlar bütünüdür. Anlamları, biçimleri, çizgileri ve renkleri sanatsal tablolara dönüştüren görme duygusunun akıla kattığı bir mesajdır. Tablonun, müziğin, nağmelerin ve renklerin birbirine karıştığı sanatsal zevklerle dolu bir dünyada bunu bulabileceksin. Öyle bir mesaj ki, tehlikeden söz etse, en sert kasırgayı saldırıp yok ederdi. Bozgun ve bozguncuları tehdit edecek olsa volkanlar patlatırdı. Bir mantığa egemen olacak olsa, akıl ve duygulara seslenirdi. Egemenliği dışındaki bütün gerçeklere kapıları kapatırdı. Umuda davet edecek olunca da, duygunun kaynağını ve düşüncenin özünü sana verirdi. Seni istediği yere götürürdü. Evrene seni bağlar ve keşfetme gücünü sende birleştirirdi. Seninle beraber olunca da, baba şefkatini ve babalığın mantığını yakalardın. İnsanlık sadakatinin özüne, başlamayan ve bitmeyen sevginin ısısına götürürdü. Ancak varlığının üstünlüğünden, ahlakın güzelliklerinden, evrenin bütünlüğünden sana söz edecek olsaydı, yıldızların ışığından bir mürekkeple yüreğini yazardı. Bu öyle bir mesajdı ki, her şeyiyle Arapların varlık sebeplerine dayandı. En son sahibi hakkında şunu söylediler: Sözleri yaratıcının sözlerinden olup yaratılanın sözlerinden üstündür.
Böylesi bir akla, böylesi bir bilime, böylesi bir üstünlüğe, böylesi bir cesarete şahit oldun mu? Öyle ki, bunlar dehşete düşürecek şekilde bir şefkatle tamamlanan nurdur. Buna ek olarak Havva ve Adem'in çocuklarından birisinde bütün bu meziyetlerin birleşmesi de ayrı bir dehşettir... Sana varabilmesi için insanların; yöneticilerin, gözü doymazların ve orduların kendisine komplo kurmalarına izin veren bir bilim adamıdır. Düşünür, edebiyatçı, idareci, yönetici ve komutandır. Sana varıp sendeki duygu ve düşünce sahibi insanı uyandırmak onunla sevginin ısısını kapsayan bu güzel fısıltıyı yüreğine fısıldamak ve sevgi gurbettir ya da tehlikelere sevinme veyahut insanlara olan yaklaşımın yumuşak ve merhametli olsun ya da sana zulüm yapanı affet, seni yoksulluk içerisinde bırakana ver, seni kesintiye uğratana sen ver, seni sevmeyeni sevemezlik etme demek için...
İnsanlar içerisinde düşünürler ile düşüncelerinde, iyilikseverlerle iyiliklerinde, bilim adamlarıyla bilimde, araştırmacılarla araştırmalarında, barışseverlerle barışlarında, sadakat severlerle sadakatlerinde, ibadet edenlerle ibadetlerinde, acı çekenlerle acılarında, mazlumlarla duygu ve isyanlarında, edebiyatçılarla edebiyatlarında, kahramanlarla kahramanlıklarında, şehitlerle şahadetlerinde, insanlığın her biçimi ile onu onurlandıran ve yücelten değerleriyle bir araya gelebilen bir yüceye tanık oldun mu?... Ayrıca bütün bunlar pratikten, özveri üstüne özveriden ve öncülükten kaynaklanan en iyi söz sahibinin nitelikleridir. Öyle bir yüce ki, onu yerenler ve ona karşı zafer kazananların sorunlarını anlamamak mümkün değildir. Çünkü bunların devirleri çelişkiler ve acayipliklerle doludur. Yaşamın sağının solunun karıştığı ve altüst olduğu bir dönemdir.
Realite ve tarih önünde öylesini tanıyabildin mi? Gerçek ve tarih önünde bu yüce; yüce vicdan ve şehitlerin babası olup kendisi de şehit olan insanlık adaletinin ve doğunun ölümsüz kişiliği, Ali Bin Ebi Taliptir... Be Hey Dünya!... bütün güçlerini yoğunlaştırıp aklıyla, yüreğiyle ve zülfıkarıyla her devirde bir Ali verebilseydin ne olurdu...
ALEVİLÎĞÎN KÖKLERİNDEN
Güneşin gökyüzü saflığındaki, garip ve sonsuz uzaydaki yerini alıncaya kadar yüzdüğünü gördü. Az bekledikten sonra meçhul evrenin bir kenarına çekildi.
- Ali'nin dahiliği daha çocuk iken ortaya çıkıyordu. İyiliğin zaferiyle daha derin bir duygu ve mucizelere benzer özverilerle...
PEYGAMBER VE EBİ TALİP
Sanki evrenin gücü onların, doğanın birliği ve yıldızların önünde, yaratılışın en mükemmel biçimiyle, varlığın en ikisiyle beraber uyanmalarını istemişti. Ölümsüz ve daimi güzellikte olan gökyüzündeki yıldızlarda buluştular. Derin okyanus kenarında, yeryüzü hareketinde ve yaşamın verimliliğinde buluştular.
Yüzeysel değil sorunların içeriğine, biçimlere değil de anlamlara, ayrıntı parçalarının tarihine değil de bir bütün olarak gerçeğinin sürekliliğine bakacak olursak Ali Bin Ebi Talip'in davasının Muhammed Bin Abdullah'ın davası olduğunu görürüz. Ali'nin ve taraftarlarının Muaviye ve grubuna karşı olan tavırlarının, peygamberin ve ilk Müslümanların Ebi Sufyan, Ebi Cehil ve Kureyş çetesine karşı olan tavırlarının aynısı olduğunu görürüz; ancak bir farkla : Peygamber Kureyş'lilerdeki tüccar, despot, sömürücü ve dünyayı bir rütbe ve devlete satan çeteyi alt edebildi. Ali Bin Ebi Talip ise, koşulların ve kader hesaplarının değişmesiyle Emevi ailesinin tüccar, despot, sömürücü ve dünyayı bir rütbe ve devlete satan çetesini alt edemedi.
Ali insanlara Emeviler gibi hükmedemediyse (böyle bir hüküm mesajı da yoktu) iyi insanların yüreklerine hükmetti. Yüreklerdeki hükümdarlığı yapabilecek en iyi insan sıfatlarını taşıyabiliyordu. Ali Bin Ebi Talip hakkında konuşmaya geçmeden önce, Ali ve etrafını Muhammed Bin Abdullah'a bağlayan bağı; ister tarih, rakamlarla, olaylarıyla, ister tek evde oluşan ev efradından ortaya çıkan ruhi ve edebi ortamıyla oluşan bağı ortaya çıkarabilmek için (Ki bu ortamın en iyi ve eksiksiz örneği peygamber ve ondan sonra Bin Ebi Taliptir.) geriye dönüp olaylara bir göz-atmak gerekir.
Peygamber, baba sevgisi ve anne şefkatinden yoksun kaldığında dedesi, (Ali'nin de dedesidir.) Abdülmüttalip Al Haşiminin yanında kaldı. Dedesi, onu seviyor ve kendi nefsini feda edebiliyordu. Çok defa oturdukları adamlarla konuşurken torununa bakarak bu çocuğun büyük bir şanının olacağını söylerdi. Yaşının küçük olmasına rağmen amcalarından farklı tutarak onu yükseltip Kabe'nin gölgesindeki genel meclisine aldı.
Dedesi öldüğünde, amcası Ebi Talip (Ali'nin de babasıdır) onu yanma aldı. Ölen babanın oğluna bıraktığı şefkat ve iyi eğitim ortamında büyümeye devam etti.
Babasından sonra kardeşleri arasında en çok muhtaç ve en fazla çocuk sahibi olan Ebi Talip'in kefalet sebebi : Abdülmüttalip ölümü yaklaştığında bütün çocukları içerisinden Ebi Talip'i yanına çağırarak bu kefalet ve bakım yüceliğini ona yüklemesidir. Bu seçimin öyküsü çok makul ve kabul edilebilir bir seçimdir. Abdülmüttalip çocuklarını tek tek tanıyordu, gizli ve açık her şeylerini biliyordu. Ebi Talip'i de durumunu çok iyi bildiğinden seçmişti. Abdülmüttalip'in bütün çocukları sevgi ve şefkatten nasiplerini almış olsalar da, Ebi Talip'in yüreğinde yer eden güç ve boyutta hiçbirinin yüreğinde yer almadı. Sevgi ve şefkatin bakım ile kefaletteki etkisi de maldan çok daha fazladır. Bütün bu nedenlerden de babası Ebi Talip'i Muhammed'e bakmak için seçmiştir. Buna ek olarak Ebi Talip babasından bu görevi almadan önce de yeğenine bakmak için içten bir sevgi taşıyordu. Bu sevgi ve görev bir araya gelince... Kuşkusuz olan şeylerden bir tanesi de, Ebi Talip'in güzel ve sevimli bir kişiliğe sahip olmasıdır. Elde etmiş olduğu bütün iyilik, deneyim ve emaneti her halükârda uygulamaya koyan deneyimli iyi bir şeyh menzilinde olduğunu gösteren bir kişiliktir. Bu yüce şeyhin öyküsünü bilen herkesin çıkarsayabileceği bu sıfatlar cahiliye dönemindeki Kureyş'liler tarafından kavrandığında şunu söylediler: Bir yoksulun egemen olması nadirdir. Ama Ebi Talip egemen oldu.
Bu sözlerde Mekke halkının İslâmiyet'e, egemenliğe bakış açısına ve zenginlerden başka kimseye verilmeyeceğine dair açık işaret vardır. Aynı zamanda Ebi Talip'in yoksulluğuna karşın onu egemen kılan ve görüşünü zenginlerin görüşünden daha üstün kılan ahlakının yüceliğine de çok açık bir işaret vardır.
Abdülmüttalip'in evindeki güzel ahlak, Muhammed'in psikolojisinde yerleşmeye, davranışlarında da kendini göstermeye devam etti. Sanki Allah, peygamberini Abdülmüttalip'in sülalesinden seçerken bu onurlu amcasını da yetiştirmek için seçmişti. Kapsamlı varlığın gücü Ebi Talip'e başkasının bilmediği bir şekilde yeğeninin sorunlarını öğretti. Kıtlık ve kuraklığın egemen olduğu günlerde çocuğu alıp hayır duasıyla sırtını Kabe'ye vermesini istedi. Çocuk isteneni yaptı ve gökyüzünde dolaşmakta olan bir iki bulut parçasına parmağıyla işaret etti. Bundan sonra sağdan soldan bulutlar toplanarak yağmur yağmaya başladı. Vadi yeşerdi ve toprak canlandı... Ebi Talip'e bu çocuğu sorduklarında yeğenim Muhammed diyerek çocuk için şunları söylerdi:
Beyazdır : Yüzüyle bulutlar sulanır. Yetimlerin sığınağıdır, dulların koruyucusudur. Bu öykünün doğruluğu ne olursa olsun çocuk ile amcası arasındaki sevgi ve iyiliğe işaret etmektedir.
Ebi Talip çocuğa hizmet etme şerefini sürdürür. Sevgi sadakat ve şefkatle birliktelik devam eder. Onu yanından ayırmaz. Yatarken yanında yatırır. Çıkarken beraber çıkarlar. Her gördüğümde babası olan kardeşimi hatırlarım diyerek çoğu zaman ona şefkatle bakarken gözleri dolardı.
Günün birinde Ebi Talip ticaret için Şam'a gitmeye hazırlanıyordu, yolculuğa çıkacakları gün Muhammed ona bakarak Ne annem var ne de babam beni kime bırakacaksın amca dedi. Ebi Talip bunun üzerine yumuşayarak onu arkasına alır ve Vallahi beraberimde götüreceğim sonuna kadar ne ben ondan ne de o benden ayrılacağız dedi.
Bu esnada daha on dördünde ya vardı ya da yoktu, Ebi Talip o olmadan Şam'a gitmezdi. Medyen, Vadi Kura ve Semud diyarına uğrarlardı. Şam'da yeryüzü cennetinin yanında durup beraber kalırlardı. Canlı ve sessiz doğayı beraber seyrederlerdi. Güneşin gökyüzü berraklığında yüzüşünü, yeryüzüne yüzünü gösterişini seyrederlerdi. Sonsuz ve garip gökyüzündeki yerini alıncaya kadar... Biraz bekler daha sonra bilinmez evrenin ikinci tarafına doğru ilerlerdi. En son ışınlarım toparlayıp yeryüzü sınırlarının arkasına batardı. Artık gece gelmişti, uzanıp egemen olurdu. Her şey kendince karanlığa bürünür ve gökyüzünün yıldızların çok yumuşak ışıltısıyla aydınlatılmasından daha başka bir parlaklığı yoktu.
Doğanın anlamlarından Ebi Talip'in gönlüne girenlerin hepsi Muhammed'in de gönlünde belirmeye başladı. İçinin bir parçasıydı, sevgili amcanın gözleri önünde oluşup büyümeye devam ediyordu. Hüzün, çökkünlük, sevgi, gıpta, basitlik, derinlik gibi doğudaki her şey Muhammed'in varlığında birikip insancıl bir ruh ve evrensel bir anlam oluşturuyordu.
Evet sanki kapsamlı varlığın gücü, onların doğanın birliği ve yıldızların önünde, yaratılışın en mükemmel biçimiyle varlığın iyisiyle uyanmalarını istemişti. Ölümsüz daimi güzellikte, gökyüzündeki yıldızlarda buluştular. Derin okyanus kenarlarında, yeryüzü hareketinde ve yaşamın verimliliğinde buluştular.
İşte rahip Buhayra ya da Georges, aralarında Ebi Talip ve yeğeninin bulunduğu bir Kureyş kafilesini Şam yolu üzerindeki kulübesinde misafir eder. Bu kulübeye Hıristiyanlık bilimini elde edenlerden başka kimse gelmezdi. Rahip Ebi Talip'in içinde yeğenine karşı olan duyguları güçlendirir. Çok dikkatli biçimde onu takip eder. Bu çocuğun dünyada önemli bir şana varacağını söyler. Ebi Talip çocuğa sevgi ve beğeni doludur. Babanın en değerli çocuğuna olan şefkatiyle bakar. Muhammed'i amcasına bağlayan ve evinin sırrı durumunda olan iyiliğe devam etme gerekliliğini içinde bir daha hisseder.
Ebi Talip Mekke halkının Muhammed için emin nitelemesini yaptıklarını duydu. Sevinci ve gıptasından gözü doldu ve yüreği hızlı çarpmaya başladı.
Hatice Muhammed'ten kendisi ile (Mal ve şan sahibi Kureyş'in eşraflarından birçok kişiyi reddettikten sonra) evlenmesini istediğinde önünde amcası Ebi Talip'ten başka onur dostu görmedi. Bu onurlu kadınla dili ve kalbiyle kutsal bağı oluşturdu. Muhammed'in ahlâkındaki inceliği ilk yakalayan Ebi Talip olduğundan hemen cevap verdi ve Muhammed'in özünde kendi isteği ve uygun gördüğünden başka bir şeyi uygun görmüyordu.
Gar Harra'da Muhammed'e vahiy indiğinde onunla ilk namaz kılan eşi Hatice ve Ebi Talip'in oğlu Ali'ydi. Bunlar peygambere inanan ilk insanlardı. Ebi Talip bunu duyunca oğluna Ey oğlum bu senin yaptığın nedir? dedi Ali, Baba Allah'ın peygamberine inandım. Getirdiklerine inanıp onunla namaz kılıp arkasından gidiyorum dedi. Ebi Talip oğlum o seni hep iyiliğe davet eder onu izlemeye devam et diye cevap verdi.
Peygamber ilk Müslümanlara Kureyş'lilerden kurtulmak için Habeşistan'a göç etmelerini emrettiğinde ilk göç edenlerin başında Cafer Bin Ebi Talip bulunuyordu. Babasının evinde beraber büyüdüğü amcası oğlunu en çok sevenlerden biriydi.
İslâm'la ilgili Muhammed'in sevgisi ile taşan ve onun başarısı için çağıran ilk şiiri Ebi Talip söylemişti. Yeğenine zarar yeren her söz ve fiil onun zoruna giderdi.
Kureyş'li tüccarlar Muhammed'in gittiği yoldan vazgeçmemesi durumunda hem Muhammed'i hem de kendisini öldüreceklerini söyleyince gözleri yaşarmıştı. Ebi Talip'in gözleri kendi hayatı oğlunun hayatı ve yeğeninin hayatından endişelendiği için yaşarmamıştı. Haberin Muhammed'e iletilmesi üzerine Muhammed'in aldığı tavırdan gözleri yaşarmıştı. Olayın özü şöyle idi; Kureyş'liler Muhammed'e karşı komplo kurup onu öldürmek istediklerinde, önce amcası Ebi Talip'in yanına gittiler ve Muhammed'i teslim etmesini istediler. O bunu kabul etmedi. Muhammed davasını sürdürdü Kureyş'liler de komplolarını sürdürdüler. İkinci, üçüncü defa Ebi Talip'in yanına gidip Aramızda bir yaşın, bir şerefin bir de konumun vardır. Yeğenin için seni ikaz ettik, sen onu bizim üzerimizden savmadın, babalarımıza sövülmesine, hayallerimizin karalanmasına, tanrılarımızın kötülenmesine daha fazla dayanamayız; Yoksa vallahi onunla sen ve bizler iki taraftan biri yok oluncaya kadar savaşırız. Dediler.
Bu sorun Muhammed'e yetişti ve öyle bir tutum aldı ki, tarih bu tutum karşısında şaşıra kaldı... Tarih değişecek mi, yoksa olduğu gibi devam mı edecek ..? Bu adamın iki dudağı arasından her kelimede tarihin gidişatı üzerinde bir hüküm vardır. Bu yüce adam güçlü bir irade, bitmez bir azim, doğru bir dava ve sadakatle dolu
bir şekilde amcasına dönüp mesaj sahiplerinin psikolojisini yansıtan bu kelimeleri söyledi : Amca, Allah bu sorunu belirginleştirecek ya da ben içinde helak oluncaya kadar bunu bırakabilmem için güneşi sağ elime, Ayı da sol elime verecek olsalar dahi vallahi vazgeçmem. Ebi Talip beğenisinden ve sevgisinden ağladı. O zaman , yeğeninin elleri üzerinde tarihin yeni yönelişine tek tanıktı.
Amcası Ebi Talip'in evinde Muhammed'i saran bu derin sevgi tek yönlü değildi. Evdeki herkes Muhammed'e karşı sevgi ve şefkat doluydu. Özellikle Ali'nin annesi, Ebi Talip'in eşi Esed kızı Fatma bunu taşıyordu. Bu kadın Muhammed'i annenin çocuğunu sevdiği gibi seviyordu. Peygamberin kendisi bizzat buna tanık olup ona değer verir yüceltir ve anne diye hitap ederdi. Sürekli şu sözü tekrar ederdi: Ebi Talip'ten sonra onun kadar bana şefkat gösteren yoktu.
Muhammed'in amcasının eşine duyduğu bu saygı ve onu anne yerine koyması, daha sonra kendisi ile o zamanki birçok Kureyş'li kadın arasındaki farkı görmesi, Hammalet-il hatab (Ebi Leheb'in eşinden ayetin birinde Hammalet-il hatab yani odun taşıyıcısı olarak söz eder) gibi... Bütün bu sorunlar, onun psikolojisinde birleşti ve en sevdiği kızı, yani Ali'nin eşi, Hasan ve Hüseyin'in annelerine Fatma adını verdi.
Ebi Talip kendisinden Muhammed'i Kureyş çetesine teslim etmek isteyen bir heyete şunları söyler : Vallahi bizden son kişi yok oluncaya kadar ne onu teslim ederiz ne de başarısından vazgeçeriz.
Ebi Talip hayatı boyunca bir dakika olsa dahi Muhammed'in kendisinin, kardeşi Abdullah ve babalan Abdülmüttalip'in bezendiği yaratıcılık ve dahiliğin devamını oluşturduğunu unutmadı. Ölümü gelince birçok kişiyi etrafına toplayıp şunu söyledi; Muhammed'i size bırakıyorum, kendisi kureyşlilerin içerisindeki emin, Araplar içerisinde sadık ve size vasiyet ettiğim her şeyin toparlayıcısıdır. Yoksul Araplar ve göçmen insanlar arasındaki ezilenler davasına cevap verip sözünü dinlediklerini, şanını yücelttiklerini, onlarla birlikte ölüme gittiğini, Kureyş'li baştakilerin ise kuyruk zayıflarının da baş olduğunu görüyorum. En yüce olanının en muhtaç olanı, en değerli olanının da en uzak olanı olduğunu görüyorum. Kureyş'liler!... onun peşinden gidin ve onun davasına sahip çıkın. Vallahi onun yolunu tutan herkes kemale erer, onun görüşünü dinleyen herkes de mutlu olur.
07.09.2001