Ebu-Zerri Gıfâri (Cündeb b. Cunâde)
Ebu-Zerri Gıfâri'nin ismi Cündeb b. Cunâde'dir. İslâm'dan önce Allah'ın birliğine inanmıştı; kendince namaz kılar, Allah'a kullukta bulunurdu. H. Peygamber (s.a.a), İslâm'ı tebliğe başlayınca Ebû-Zerr, Medine'ye gelmiş, Müslüman olmuştu. Dördüncü olarak Müslüman olandır. H. Peygamber (s.a.a) boyuna gitmesini; İslâm kuvvetlenince gelmesini buyurmuş, emre uyan Ebû-Zerr, hicreti duyunca Medine'ye gelmiştir. Hz. Rasûl-i Ekrem (s.a.a), "Allah bana dört kişiyi sevmemi emretti ve bana onları sevdiğini bildirdi; Ali onlardandır, öbürleri de Ebu-Zerr, Mikdâd ve Selman'dır" buyurmuşlar (Câmi', 1, s.57), gök yüzünde de, yeryüzünde de Ebû-Zerr'den daha doğru sözlü kimse bulunmadığını bildirmişlerdi (aynı, 2, s.121). Rasûlullah (s.a.a), onu, zâhitliğinde Meryem oğlu İsâ Peygamber'e (a.s), benzetmişler, yalnız olarak gideceğini, yalnız olarak vefât edeceğini, tek başına ba'sedileceğini, cennetin üç kişiyi, Ali'yi, Ammâr'ı ve Ebû-Zerr'i özlediğini beyan buyurmuşlardır. Hz. Ali (a.s), "Yeryüzünde yedi kişi vardır ki halk, onların yüzünden rızıklanır, onların yüzünden yağmur yağar; Selmân-ı Fârsî, Ammâr, Mikdad, Ebû-Zerr ve Huzeyfe onlardandır" demişlerdir.
Osman, Ebu-Zerr'i kendisini kınaması yüzünden dövdür-dükten sonra, dâimî gözaltında bulundurabilmek için Muâviye'nin vali bulunduğu Şam'a göndermişti. Ebû-Zerr, Şam'da Muaviye'nin bir Kisrâ gibi yaşamasını kınamış, 9. sûrenin (Tövbe), "Ey insanlar, o bilginlerin, o rahiplerin çoğu, boş sebeplerle insanların mallarını yerler ve Allah yolundan men ederler halkı; altını, gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanları elemli bir azapla müjdele. O gün, cehennem, o altını, o gümüşü alevleyecek ve on-lar, cehennem ateşinde kızdırılacak, alınlarına, yanlarına, sırtlarına bastırılacak, onlarla dağlanacaklar ve işte bun-lardır kendiniz için biriktirdikleriniz denecek, tadın biriktirdiklerinizin azâbını" meâlindeki 34-35. âyetlerini okumaya başlamıştır. Muâviye, Ebû-Zerr'in Şam'da, Mısır ve Irak'ta kalmasının doğru olmadığını bildirdi. Osman, Muâviye'ye, mektubumu alır almaz Ebû-Zerr'i, sert bir deveye bindirip, sert bir adamla Medine'ye gönder; onu getiren, devesini gece-gündüz sürsün. Ebu-Zerr, her şeyi unutup kendi derdine düşsün; yolda hiçbir yerde konaklatmasın onu meâlinde bir mektup gönderdi. Ebû-Zerr'in baldırları çürümüştü. Medine'ye varıp Osman'ın yanına gidince Osman ona pek sert davrandı; onu yalancılıkla töhmetledi; Hz. Ali'ye de kötü sözler söyledi. Sonunda, Medine'den çıkıp Rebeze'ye gitmesini söyledi ve onu hiçbir kimsenin uğurlamamasını emretti. Hz. Ali, Akıyl, Abbas oğlu Abdullah, İmam Hasan ve İmam Huseyn'le Ammâr, Ebû-Zerr'i uğurladılar. Hz. Ali (a.s), Ebû-Zerr'i uğurlarken bu sözleri buyurdu. Akıyl, Ne diyeyim ey Eb-û-Zerr dedi, sen de bilirsin ki biz seni severiz, sen de bizi seversin. Allah'tan çekin, çünkü çekinmek, kurtuluştur; sabret, sabır büyüklüktür meâlinde sözler söyledi. İmam Hasan, Amca dedi, bu toplumdan başına neler geldi, gördün; dünyayı bırak, ondan sonrasını um; Peygamberine, O, senden razı olduğu halde kavuş dedi. İmâm Huseyn ve Ammâr da bu meâlde sözler söylediler. Ebû-Zerr, Ey Ehlibeyt-i Rahmet dedi, Allah rahmet etsin size; sizi görünce Rasûlullah'ı anmadayım, onu hatırlamadayım; Medine'de sizden başka eşim-dostum yok. Şam'da Muâviye'ye nasıl ağır geldimse Hicaz'da da Osman'a ağır geldim. Mısır ve Basra'da yerleşmemi de istemedi. Beni öyle bir yere yolluyor ki orada bana yardımcı olacak, benden kötülüğü giderecek, Allah'tan başka kimsem yok; ben de vAllahi Allah'tan başka bir enis istemiyorum; Allah benimle oldukça da hiçbir şeyden korkum yok buyurdu. Mervan, uğurlayanlara, halifenin buyruğunu tutmadıkları için söylendi; Hz. Ali şiddetle onu susturdu. Sonra Osman da Hz. Ali'ye ileri-geri laflar söyledi. Ebû-Zerr, hicretin otuz ikinci yılında Rebeze'de vefat etti. Namazını Abdullah b. Mes'ud kıldı. Ebû-Zerr, Hz. Peygamber'in (s.a.a), vefatlarından sonra Ali'ye mütâbaattan hiç ayrılmayan Selmân, Mikdâd ve Ammâr'ın dördüncüsüdür ve bunlara "Erkân-ı Erbaa" denir (Tenkih'ul-Makaal, 1, s. 234-236, Bihâr'ul-Envâr, 8, s.29-386, Keşf'ül-Bünyân, s.167-192, Molla Sâlihi Kazvini'nin Şerhi, 1, s. 459-461).