BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
İmam Hüseyin (a.s)'dan Hikmet, Züht,
Nasihat, Takva, İyiliği Emretme ve Kötülükten Nehyetme Hakkında Nakledilen
Hadisler
İYİLİĞİ EMRETME VE KÖTÜLÜKTEN
NEHYETME(1)
Ey insanlar! Allah'ın kendi
velilerine öğüt vermek için Yahudi alimleri hakkında yaptığı kınamadan öğüt
alın. Allah-u Teâla (Yahudi alimlerini kınayarak şöyle) buyuruyor: "Niçin
onların din alimleri, onları (Yahudileri) günah olan sözleri söylemekten (ve
haram yemekten) men etmediler."(2)
Yine Allah-u Teâla buyuruyor ki:
"İsrailoğullarından kâfir olanlara Davud'un diliyle de lanet edilmişti, Meryem
oğlu İsa'nın diliyle de. Bu da isyan ettiklerinden ve aşırı gittiklerindendi.
İşledikleri kötülükten, birbirlerini men etmezlerdi. Gerçekten de yaptıkları
iş, ne de kötüydü."(3)
Allah'ın onları kınaması, onların,
aralarında bulunan zalimlerin yaptıkları kötü işleri görüp, onlar vasıtasıyla
elde ettikleri dünya mal ve makamına olan bağlılıkları ve maruz kalmaktan
korktukları baskı yüzünden onları alıkoymamaları içindir. Halbuki Allah-u Teâla:
"İnsanlardan korkmayın, Ben'den korkun." diye buyur-maktadır.(4)
Yine buyurmaktadır ki: "Erkek ve
kadın mü'minler, birbirlerinin (gözetleyen ve koruyan) dostlarıdırlar, iyiliği
emrederler ve kötülüklerden de alıkoymaya çalışırlar. (Namaz kılarlar, zekât
verirler, Allah'a ve Peygamberine itaat ederler.)"(5)
Görüldüğü gibi Allah-u Teâla
(mü'minlerin sıfatını saydığında) emr-i bil maruf ve nehy-i anil münkerle
başlayıp ilk olarak onu farz kılıyor. Çünkü biliyor ki eğer bu farize hakkıyla
yerine getirilip uygulanırsa, (artık) bütün farizeler ister kolay olsun, ister
zor yerine getirilip uygulanır. Çünkü iyiliği emredip kötülükten alıkoymak;
zulme uğrayanların haklarının alınmasını, zalimlere muhalefeti, Beyt'ül-malın ve
ganimetlerin (adaletle) dağıtılmasını, zekâtın gereken yerlerden alınıp
gerektiği şekilde sarf edilmesini sağlamakla, İslam'a yapılan (amelî) bir
davettir.
Sonra siz, ey ilimle meşhur olup
hayırla anılan, nasihatle tanınıp Allah'ın vesilesiyle halkın gönüllerinde
heybetli görünen topluluk! (Bilin ki) şerefli insanlar sizden çekinir, zayıflar
size saygı gösterir, kendi düzeyinizde olan ve iyilikte bulunmadığınız kimseler
sizi kendilerine tercih ederler. (İnsanların) ihtiyaçları karşılanmadığı zaman
sizin arabuluculuğunuzla karşılanır. Yolda giderken padişahların heybeti ve
büyüklerin de izzetiyle yürürsünüz. Acaba bunların hepsi sizden beklenilen
ilahî vazifenizi yapmanız (hakkı hakim kılmanız) için değil midir? Ama siz
vazifenizin çoğunu yapmıyorsunuz, kusur ediyorsunuz. İmamlar'ın hakkını
küçümsüyor, zayıfların hakkını çiğniyorsunuz. Fakat kendiniz için sandığınız
hakka gelince onu talep ediyorsunuz. Siz Allah yolunda ne bir mal harcadınız;
ne de O'nun için, yarattığı nefsi herhangi bir tehlikeye attınız ve ne de O'nun
rızası için bir kabileye (topluluğa) düşman oldunuz. (Bununla birlikte) Allah'ın
cennetine girmeyi, peygamberleriyle komşu olmayı ve azabından da kurtulmayı
arzu ediyorsunuz.
Ey (amelsiz olarak) Allah'tan hayır
bekleyenler; sizlerin O'nun azap ve intikamına duçar olmanızdan korkarım. Çünkü
sizler, Allah'ın size ikramı sayesinde makam ve üstünlük kazanmış ve O'nun
ismiyle kulları arasında hürmet görmektesiniz. Oysa Allah'a itaat etmekle
tanınan kimselere hürmetiniz yoktur.
Kendi gözlerinizle Allah'ın
ahitlerinin bozulduğunu görmeniz sizleri tedirgin etmiyor. Oysa ki babalarınızın
bazı ahitlerinin (söz ve vasiyetlerinin) çiğnenmesinden tedirgin oluyorsunuz.
Peygamber salla'llâhu aleyhi ve alih'in ahitleri küçümsenmekte; kör, dilsiz ve
kötürüm kimseler şehirlerde sığınaksız ve bakıcısız kalmış, acıyanları bile
yoktur; sizler de ne makamınızdan yararlanıp onların hakkında bir iş
yapıyorsunuz ve ne de (sığınaksız insanlara) bir iş yapan kimselere yardımcı
oluyorsunuz. Zalimlere dalkavukluk ve yaltaklık yaparak güvence elde etmeye
çalışıyorsunuz. Bütün bunları Yüce Allah size yasaklamıştır; oysa sizler bundan
gaflet ediyorsunuz.
Eğer şuurunuz olsaydı, anlardınız ki
insanların içerisinde en büyük musibete uğrayan, ulemanın hakiki makamından uzak
düşmüş bulunan sizlersiniz. Çünkü işleri yürütmek ve hükümleri uygulamak,
Allah'ın helal ve haramına emin olan ulemanın elinde olmalıdır. Oysa bu mevki
sizin elinizden alınmıştır. Bu mevki sadece açık deliller geldikten sonra hakta
tefrikaya düşmeniz ve sünnette ihtilaf etmeniz yüzünden elinizden çıktı.
Eğer eziyetlere sabredip Allah için
zorluklara katlanacak olsaydınız, ilahî işler sizden çıkar ve size dönerdi. Ama
siz mevkiinizi zalimlere bırakarak ilahî meseleleri onlara teslim ettiniz. Onlar
da şüphe üzerine hareket edip nefsani arzularına uyuyorlar. Zalimleri bu işe
musallat kılan, siz alimlerin ölümden kaçmanız ve sizden ayrılacak hayata gönül
bağlamanızdır. Sizler güçsüz halkı onlara teslim ettiniz. Onlardan bazıları
ezik köleler durumuna düşmüş, bazıları da geçimini sağlayamayan yenik
mustaz'âflar haline gelmiştir. Onlar (zalimler) eşrarla (kötülerle) birlikte
Allah'a karşı gelmeye yeltenerek, memleketten istedikleri şekilde
faydalanıyorlar; heva ve heveslerine uyup her kötülüğe başvuruyorlar.
Her şehirde belagatlı hatipleri
vardır. Memleketin her tarafı onlara boyun eğmiş durumdadır; her tarafta
egemenliklerini kurmuş, halk da onların köleleri durumuna gelmiş ve kendilerini
savunacak bir güçleri kalmamıştır. Halka egemen olanlar gaddar, isyankâr ve
zayıflara karşı acımasızca davranan zalimlerdir. Ya da Allah'a ve kıyamete
inancı olmayan, emrine uyulan yetki sahipleridir. Hayret! Nasıl hayrete
düşmeyeyim ki, İslam toprakları sahtekâr ve zalim zekât toplayıcılarının ve
mü'minlere karşı şefkatsiz ve insafsız olan hain hükümdarların otoritesi
altındadır. Münakaşa ettiğimiz hususta, bizimle sizlerin arasında hüküm verecek
olan, yalnız Allah'tır. İhtilafa düştüğümüz konularda da bizleri yargılayacak
olan O'dur.
Allah'ım, sen biliyorsun ki bizim
tarafımızdan gerçekleşen (kıyam), saltanat için yarış ve değersiz dünya
mallarından bir şeye ulaşmak için değildir. Senin dininin nişanelerini
(öğretilerini) göstermek, beldelerinde işleri düzeltip rayına oturtmak, mazlum
kullarına emniyet ve güvence kazandırmak ve İslam'ın farzlarına, Resulullah'ın
sünnet ve hükümlerine amel olunması içindir. Sizler de bize yardım etmeyip
hakkımızda insaflı olmazsanız, zalimler sizlere egemen olur ve
Peygamber'inizin nurunu söndürmeye çalışırlar.
Allah bize yeterlidir. O'na tevekkül
etmişiz, O'na yönelmişiz ve dönüşümüz de O'nadır.
ÖĞÜT
Ben size Allah'ın takvasına sarılmaya
tavsiye ediyor, azabından korkutuyor ve nişanelerini gözünüzün önüne koyuyorum.
Gelmesi sevilmeyen ve tadı kötü olan korkunç ve dehşetli ölüm gününün gelip
çatmasına az kalmıştır. (O ölüm ki,) ruhunuzdan asılıp sizi amel etmekten
tamamen koparır. Öyleyse yaşadığınız sürece onun ansızın gelecek belalarına
hedefmişsiniz gibi, sıhhatinizi ganimet bilin, amel etmeye koşun. O (ölüm),
sizi yerin üzerinden alıp içine bırakır, (yerin) üstünden düşürüp aşağısına
salar. Ülfet ve beraberlikten koparıp vahşet ve yalnızlığa atar; rahatlık ve
aydınlığından yerin karanlığına ve darlığına götürür. Orası öyle bir yerdir ki
ne dostlar orada ziyaret edilir, ne hastaların yanına gidilir ve ne de yardım
dileyenin yardımına koşulur.
Allah o günün korkunç ve dehşetli
anlarında bize ve sizlere yardımcı olsun, bizi ve sizi o günün azabından
kurtarsın ve geniş mükâfatından bağışta bulunsun.
Ey Allah'ın kulları! Eğer son menzil
ve nihai maksat bu (ölüm ve kabir menzili) olsaydı, yine de amel ehli olan bir
insanın, bütün fikirlerini ona ayırması, dünyasını unutması ve bu zorluklardan
kurtulmak uğruna elinden geldiği kadar çaba göstermesi yeterdi. Oysa ki (bu
ilk menzildir,) bundan sonra kişi yaptığı işlerin rehinesi ve hesabının
tutsağıdır. Ne onu azaptan kurtaracak bir yardımcısı olur ve ne de onu savunacak
bir destekçisi bulunur.
"Artık o gün önceden iman etmeyen
veya imanı var iken hayır bir amel yapmayanın imanı fayda vermez. Onlara de ki,
siz bekleyin biz de bekliyoruz."(6)
(Ey insanlar!) Allah'tan sakınmayı
size vasiyet ediyorum. Zira Allah takvalı kimseyi, hoşlanmadığı durumdan
kurtarıp hoşlandığı bir duruma götürmeyi ve ummadığı yerden rızkını vermeyi
uhdesine almış ve garanti etmiştir. Öyleyse sakın kulların yaptıkları
günahlardan dolayı onlara acıyan ve kendi günahının cezasından emin olan
kimselerden olma. Zira Allah'ı aldatarak cennet kazanılmaz ve O'nun nimet ve
sevabına; O'nun izniyle gerçekleşen itaatten başka bir yolla erişilmez.
KÛFE'YE DOĞRU HAREKET EDİP KÛFE
HALKININ VEFASIZLIĞINI GÖRDÜĞÜNDE ONLARA YAZDIĞI MEKTUP(7)
Allah'a hamd, Peygamber'e salat ve
selamdan sonra: Ey cemaât, kahrolup kederden kurtulmayasınız. Bizi yardımınıza
çağırdığınızda biz koşarak size yardım etmeye geldik; sizse elimizdeki kılıcı
kendi aleyhimize çektiniz; ortak düşmanımızı yakmak için tutuşturduğumuz ateşi
bize karşı alevlendirdiniz. Dostlarınızın aleyhine ittifak edip,
düşmanlarınıza destek oldunuz. Halbuki onlar ne aranızda bir adalet
yaymışlardır, ne onların geleceğine bir ümidiniz vardır ve ne de bizde bir
bid'at ve hata görülmüştür.
Yazıklar olsun size! Kılıç kınında
iken, kalp rahat ve karar kesinleşmemişken bizi kendi halimize bırakmadınız;
çekirge seli gibi süratle (bize) geldiniz ve kelebekler gibi uçuşup kaçtınız. Ey
ümmetin tağutları, hiziplerden ayrı düşenler, Kur'ân'ı atanlar, şeytanın
tükürükleri, sözleri tahrif edenler, sünnetleri söndürenler, zinayı nesebe
karıştıranlar, ve Kur'ân'la alay edip onu parçalayanlar! Yazıklar olsun size!
Allah'a andolsun ki bu vefasızlık, sizin herkesçe bilinen tavrınızdır;
damarlarınıza işlemiştir bu. Kökleriniz bundan kuvvet almıştır. Sizler,
sahibinin boğazında kalan, ama gasıba tatlı bir lokma olan en kötü meyvesiniz.
Allah'ın lâneti, antlaşma kesinleştikten sonra, Allah'ı kefil kılmakla birlikte
onu bozanların üzerine olsun.
Bilin ki, zinazade oğlu zinazade
(Ziyad oğlu Ubeydullah) bizi iki şeyden birini seçmeye mecbur bırakmıştır: Din
veya zillet. Zilletse bizden uzaktır. Ne Allah, ne Resulü, ne mü'minler, ne
bizi yetiştiren pâk etekler ve ne de izzetli ölümü alçak kimselere itaate tercih
eden onurlu kimseler bunu bizden kabul etmezler. Ben düşmanın yırtıcılığına ve
sayısının çokluğuna ve yardımcının yardımını kesmesine rağmen, bu az sayıdaki
ailemle onlara doğru yürüyeceğim. Bilin ki, (bu kavim benden sonra) ancak
süvarinin bineğe bindiği bir süre miktarınca eğlenip durur ve daha sonra savaşın
değirmeni onların aleyhine dönüp boyunları dara çekilir. İşte bu, babamın
aleyhi's-selâm bana ilettiği bir vasiyettir. Kararınızı alın ve bana mühlet
vermeden planınızı uygulayın.
"Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a
tevekkül etmişim. Bütün canlı varlıklar, O'nun kudreti altındadır. Gerçekten
Rabbimin yolu doğru ve muhkem yoldur." (Hud/56)
RUM PADİŞAHININ SORULARINA VERDİĞİ
CEVAP
Rum padişahı tarafından gönderilen
elçi, İmam Hüseyin aleyhi's-selâm'dan: "Samanyolu ve anne rahminde kalmadan
Allah'ın yarattığı yedi şey nedir?" diye sorduğunda İmam aleyhi's-selâm güldü.
Elçi: "Neden güldünüz" dedi. İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Çünkü sen ilmin
nihayeti açısından denizin ortasındaki çerçöpe benzeyen şeyler hakkında bana
soru sordun. Samanyolu Allah'ın kavsidir. Anne rahminde yaratılmayan yedi şey
ise: Onların ilki Adem, sonra Havva'dır, sonra da (Allah tarafından gönderilen)
karga, İbrahim aleyhi's-selâm'ın koçu, (Salih aleyhi's-selâm'ın mucizesi olan)
Allah'ın devesi, Hazret-i Musa aleyhi's-selâm'ın asâsı ve Hazret-i İsa ibn-i
Meryem aleyhi's-selâm'ın yarattığı kuş."
Daha sonra elçi kulların rızkı
hakkında soru sordu ve İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Kulların rızkı
dördüncü göktedir. Allah-u Teâla o rızkı istediği miktarda az veya çok olarak
gönderir." Yine elçi "Mü'minlerin ruhları nerede toplanıyor?" diye sorunca İmam
şöyle buyurdu: "Cuma geceleri Beyt-ül Makdisin büyük taşı altında toplanırlar.
Çünkü o, Allah'ın en aşağıdaki ârşıdır; Allah-u Teâla yeri oradan genişletip
yaymış, ona doğru dürecek ve oradan göğü yaratmaya yönelmiştir. Kâfirlerin
ruhları ise bu dünyada Yemen diyarının arkasında bulunan "Hadremut" çölünde
toplanır. Sonra Allah-u Teâla bir ateş doğudan, bir ateş de batıdan gönderir;
bunların arasında iki rüzgar vardır; bütün insanları Beyt-ül Makdis'te olan bu
taşın yanına toplar. Sonra onlar, bu taşın sağ tarafında hapsedilirler. Cennet
takvalılar için yaklaştırılır. Cehennem ise yerlerin sınırında o taşın sol
tarafındadır. "Felak" (cehennem'in korkunç yerlerinden birisinin ismi) ve
"Siccin" de oradadır; bütün insanlar o taşın yanından dağılacaktır. Cennete
girecek olan o taşın kenarından cennete girecek, ve cehenneme girecek olan da
yine o taşın kenarından cehenneme girecektir."
CİHADIN KISIMLARI
İmam'a: "Cihad sünnet mi, yoksa farz
mı?" diye sorulunca şöyle buyurdular: "Cihad dört kısımdır; bunlardan ikisi
farzdır, biri ancak farzla birlikte yapılan sünnettir, (diğer) biri de
sünnettir. Farz olan cihadlardan biri insanın kendisini günahtan koruması için
nefsi ile cihad etmesidir. İşte bu cihad, cihadların en büyüğüdür. Biri de
yakınınızdaki kâfirlerle cihad etmektir ki, bu da farzdır.
Farzla birlikte yapılan sünnet cihad
ise şöyledir: Düşmana karşı cihad etmek bütün ümmete farzdır. Zira cihadı
terkederlerse, onlara azap gelir; (elbette) bu azap sadece millete gelir,
(imama değil). İşte bu cihad imama sünnettir. (Yani, imama yalnız başına farz
olmaz; halkın imamın yanında yer almasıyla farz olur.) Bunun haddi de imamın
ümmetle beraber düşmana saldırıp onlara karşı cihad etmesidir.
Sünnet olan cihad ise, kişinin bir
sünneti (genel bir âdeti) ayakta tutmak, uygulamak ve ihya etmek için
çalışmasıdır. Bu yolda çalışmak ve çaba sarfetmek en faziletli amellerdendir.
Çünkü bu (güzel olan) bir sünneti diriltmektir. Nitekim Resulullah salla'llâhu
aleyhi ve alih buyurmuştur ki: "Kim güzel bir sünnet (âdet ve gelenek)
bırakırsa, kıyamet gününe kadar o sünnetle amel edenlerin sevabı kadar ona
sevap yazılır, ve amel edenlerin sevabından da bir şey eksilmeden."
TEVHİD
Ey insanlar! Allah'ı kendilerine
benzeten "Marikinden" (dinden çıkmış olan insanlardan) kaçının. Bunların
sözleri, Kitap ehlinden kâfir olanların sözlerine benziyor. Hayır, Allah'ın eşi
ve benzeri yoktur. O duyan ve görendir; gözler O'nu görmez, fakat O gözleri
görür. O latif ve habirdir (her şeyden haberdardır). Vahdaniyyeti ve azameti
kendisine mahsus kılmıştır. Bütün varlıklara meşiyyeti, iradeyi, kudreti ve ilmi
O vermiştir. Hiçbir işte O'na karşı çıkacak bir muhalif, O'na denk olacak bir
eş, O'na muhalefet edecek bir zıd, O'na benzeyecek bir adaş ve O'na intibak
edecek bir benzer yoktur. Olaylar O'nu halden hale çevirmez; haller O'na cari
olmaz; vücudunda hadiseler baş göstermez; hiçbir methedici O'nun azametinin
künhüne varmaz ve ceberutu hiçbir kalbe yerleşmez. Çünkü eşyada O'nun hiçbir
benzeri yoktur. Akıl gücüyle düşünen bilginler de düşünceleriyle O'nun zatını
idrak edemezler; hayır, sadece kalben tasdik ve gaybe imanla onu
anlayabilirler. Çünkü O, yaratılanların hiçbir sıfatı ve niteliği ile
vasıflandırılamaz. O tek ve ihtiyaçsızdır. O düşüncelerde tasavvur edilen her
şeyden farklıdır. (Düşünceyle) ulaşılabilen şey Rabb olamaz. (Düşüncenin
varabile-ceği şey ilah olmaz.) Hava ve havanın ötesinde bulunan bir şey de mâbud
olamaz.
O her şeyde mevcuttur; ama onlarla
sınırlanan ve onlarda gizlenen bir varlık gibi değil. Bütün şeylerden de
ayrıdır; ama onlardan gayıp (habersiz ve uzak) olanın ayrılığı gibi değil, çünkü
zıddı veya eşi olan (bir şey) kadir sayılmaz. Kadimliği zamanla olmadığı gibi,
önü de belli bir yöne doğru değildir. Gözlerden gizli olduğu gibi, akıllardan da
gizlidir. Yeryüzündekilerden gizli olduğu gibi göktekilerden de gizlidir.
Yakınlığı değerli kılması ve uzaklığı ise küçümsemesidir. Ne mekân O'nu sınırlar
ne de zaman; eğer'le de şartlanmaz. Yüceliği, yükseğe çıkmakla olmadığı gibi,
gelmesi de yer değiştirmekle değildir. Yoku var eder; varı da yok. Bu iki sıfat
hiçbir zaman O'ndan başkasında bulunmaz. Düşünce yalnız varlığına varır, O'na
iman edebilir; ama vasfından acizdir. Sıfatlar O'nunla sıfat kazanır, O
sıfatlarla sıfat kazanmaz. Tarifler O'nunla tarif edilir, O tariflerle tarif
edilmez. İşte O, öyle bir Allah'tır ki onun ismini taşıyan biri yoktur,
münezzehtir; hiçbir şey O'nun gibi değildir; duyan ve görendir.
KISA SÖZLERİ
1- Kerbela'ya doğru hareket
ettiklerinde şöyle buyurdular:Doğrusu bu dünya değişip tanınmaz olmuş ve bütün
iyiliklerine sırt çevirmiş; kabın dibindeki azıcık kalıntı sudan ve havası ağır
olan otlaktaki gibi alçak yaşantıdan başka bir şey kalmamıştır.
Hakka amel edilmediğini ve batıldan
da kaçınılmadığını görmüyor musunuz? Böyle bir durumda mü'minin ölümü
arzulaması haktır. Ben ölümü saadet, zalimlerle yaşamayı ise alçaklık
biliyorum.
İnsanlar dünya kullarıdır; din ise
onların dillerine bir yalaktır; dinin sayesinde geçimlerini sağladıkları
müddetçe onu koruyup gözetirler; (ama) zorluklarla imtihan edildiklerinde
dindarlar azalır.(8)
2- Yanında başkasının gıybetini eden
bir adama şöyle buyurdu: "Ey adam! Gıybet etmekten sakın. Çünkü gıybet, cehennem
köpeklerinin katığıdır."
3- Bir adam İmam'ın nezdinde:
"Liyâkatli olmayan birine ihsan yapıldığında zayi olur." dediğinde İmam
aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: "Hayır! Öyle değildir; ihsan hem iyilere ve hem de
kötülere yağan yağmura benzer."
4- Allah, gücünü aldığı kimseden
itaat istemediği gibi, teklif yükünü de ondan kaldırır.
5- Bazıları Allah'tan bir şey umarak
ibadet ederler; bu tacirlerin ibadetidir. Bazıları da korkarak ibadet ederler;
bu da kölelerin ibadetidir. Bazıları ise Allah'a şükür olarak ibadet ederler; bu
da hür insanların ibadetidir; işte en faziletli ibadet budur.
6- Bir adam İmam aleyhi's-selâm'a
selam vermeden: "Nasılsınız? Allah âfiyet versin." dediğinde şöyle buyurdu:
"Evvel selam, sonra kelam. Allah sana da âfiyet versin." Daha sonra buyurdular
ki: "Selam vermedikçe hiçbir kimseye konuşma müsaadesi vermeyin."
7- Allah'ın, kendi kulunu istidracı
(gafil avlaması), ona bol nimet verip şükretmekte başarısız kılmasıdır.
(Fırsatı elinden kaçıncaya kadar nimetle meşgul olup velinimetini
hatırlamamasıdır.)
8- Abdullah ibn-i Zübeyr,(9)
Abdullah ibn-i Abbas'ı Yemen'e sürgün ettiğinde, İmam aleyhi's-selâm ona şöyle
bir mektup yazdı: "Allah'a hamd, Peygamber'e salat ve selamdan sonra: Zübeyr
oğlunun, seni Tâif'e sürgün etme haberi bana ulaştı; Allah bu vesileyle ismini
yüceltip günahını affetti. Şüphesiz salih insanlar, bela ve zorluklara duçar
olurlar. Eğer Allah sadece iyi işlerle seni mükâfatlandırsaydı, sevabın az
olurdu. Allah-u Teâla, musibet vakti sabır, nimet vakti ise şükretmeyi bize ve
size mukadder eylesin ve kıskanç olan düşmanı ebedi olarak (musibete
uğradığımızdan dolayı) sevindirmesin.
9- Bir adam gelip İmam
aleyhi's-selâm'dan yardım istediğinde İmam şöyle buyurdu: Ağır bir borcu, gücü
aşan yüklü bir tazminatı ödemek ve aşağılayıcı fakirlik dışında ağız açmak
doğru değildir. O adam: "Bunlardan biri için gelmişim" dediğinde, İmam
aleyhi's-selâm kendisine yüz dinar verilmesini emretti.
10- İmam aleyhi's-selâm oğlu Seccad
aleyhi's-selâm'a şöyle buyurdu: "Ey oğlum! Allah'tan başka yardımcısı olmayan
kimseye zulmetmekten sakın."
11- Adamın biri: "Rabbinin nimetini
ise durmadan an."(10)
ayetinin anlamının ne olduğunu sorduğunda İmam aleyhi’s-selâm şöyle buyurdular:
"Allah-u Teâla, din hususunda ona (Peygamber'e) bağışta bulunduğu nimetleri
sürekli anmasını emretmiştir."
12- Ensardan birisi İmam
aleyhi's-selâm'a ihtiyacını karşılaması için ricada bulunmak istediğinde, İmam
şöyle buyurdu: "Ey ensari kardeş, yüzünün suyunu dökme, isteğini bir kâğıda yaz,
ben Allah'ın izniyle seni sevindirecek bir şey yaparım." Ensari şöyle yazdı:
"Ya Eba Abdillah, filan adamın benden beş yüz dinar alacağı vardır, beni
sıkıştırıyor; durumum düzelinceye kadar bana mühlet vermesi hakkında onunla
konuş." İmam aleyhi's-selâm mektubu okuyup evine girdi ve içerisinde bin dinar
olan bir kese getirip şöyle buyurdu: "(Bu) beş yüz dinarla borcunu öde, geri
kalan beş yüz dinarla da geçimini sağla. Bu üç kimsenin dışında hiç kimseye
ağız açma: Dindar, yiğit ve soylu. Çünkü dindar kendi dinini koruması için
ihtiyacını karşılar. Yiğit de (seni ümitsiz etmeyi) kendi yiğitliğine sığdırmaz,
utanır. Soylu ise ihtiyacın için yüzünün suyunu dökmeye mecbur kaldığını
bildiğinden, haysiyetini korumak için seni eli boş geri çevirmez."
13- Kardeşler dört kısımdır: 1- Sena
ve kendine yararı olan. 2- Sena yararı olan. 3- Senin zararına olan. 4- Ne sana
ve ne de kendine yararı olan.
"Bunlardan maksat nedir?" diye
sorulduğunda; İmam aleyhi's-selâm şöyle buyurdu: Senin ve kendi yararına olan
kardeş, davranışıyla kardeşliğin sürekli olmasını isteyip yok olmasını
istemeyen kardeştir. Böyle bir kardeşlik hem senin, hem de onun yararınadır.
Çünkü kardeşlik devam ederse, her ikisinin hayatı tatlı olur, bozulduğu takdirde
de kökten batıl olur (her ikisi zarar görür). Senin yararına olan kardeş de
kendisini tamahkârlıktan uzaklaştırıp sırf kardeşlik için sana ilgi gösteren ve
dünyevi hiçbir yarar ve çıkar gözetmeyen kardeştir. İşte bu kardeş tüm vücuduyla
senin yararınadır. Senin zararına olan kardeş de felaket ve sıkıntıya düşmeni
bekleyen, sırlarını açan, kabileler arasında adına yalan uyduran ve kıskançlar
gibi de yüzüne bakan kardeştir. Yegane Allah'ın lâneti bu kardeşin üzerine
olsun. Sana ve kendine yararı olmayan kardeş de Allah'ın, vücudunu ahmaklıkla
doldurduğu ve rahmetinden uzaklaştırdığı kimsedir. (Böyle bir adamın) kendisini
sana tercih ettiğini ve senin yanında olan şeye cimrilikle göz diktiğini
görürsün.
14- Kabul görmenin belirtilerinden
biri akıllılarla birlikte oturmaktır. Kâfirden gayrisiyle çekişmek cahillik
alametlerinden biridir. Alimin nişanelerinden biri de kendi sözünü eleştirmesi
ve muhtelif görüşlerin hakikatinden haberdar olmasıdır.
15- Mü'min, Allah'ı kendisine
sığınak, sözünü ise ayna edinir; bazen mü'minlerin, bazen de gaddarların
sıfatına bakar; onların sıfatlarından incelikler elde eder, kendisini iyice
tanır, üstün zekâsıyla yakin makamına ulaşır ve nefsini temizlemekte de güçlü
olur.
16- Özür dilenecek hareketten sakın.
Zira mü'min ne suç işler ve ne de özür diler, ama münafık her gün suç işleyip
özür diler.
17- Selamın yetmiş hasenesi (sevabı)
vardır; altmış dokuzu selam verene, biri ise selamın cevabını alan kimseyedir.
18- Gerçek cimri, selam vermekte
cimrilik yapan kimsedir.
19- Allah'a isyan ederek bir şeye
ulaşmak isteyen kimse umduğundan uzaklaşarak, korktuğu şeye yaklaşmaktadır.
(1)- Emr-i bil maruf ve nehy-i anil
münker hakkında Hazret-i Hüseyin aleyhi's-selâm'dan nakledilen bu hutbe Hazret-i
Ali aleyhi's-selâm'dan da nakledilmiştir.
(2)- Maide/63.
(3)- Maide/78-79.
(4)- Maide/44.
(5)- Tevbe/71.
(6)- En'am/158.
(7)- Hz. Hüseyin’in kıyamını anlatan
mekatil kitaplarında bu mektup, Hazret-i Hüseyin aleyhi's-selâm'ın âşura gününde
Kufe halkına hitaben buyurduğu bir hutbe olarak nakledilmiştir.
(8)- İmam aleyhi’s-selâm bu kısa
konuşmayı Kerbela’ya giderken yapmıştır.
(9)- Abdullah ibn-i Zübeyr hicri 65'de,
yani Kerbela vakıasından 5 yıl sonra Mekke'de hilafete ulaştı. Binaenaleyh bu
mektubun, İmam Hüseyin aleyhi's-selâm'dan olması mümkün değildir. Bu mektubun,
Hz. Seccad aleyhi's-selâm'dan olması daha muhtemeldir. Abdullah ibn-i Abbas'ın,
hadisin metninde zikredildiği gibi ve tarih kitaplarının da naklettiğine göre,
sürgün edildiği yer "Tâif"dir; Yemen'le hiçbir ilişkisi yoktur.
(10)- Duha/11.
------------------
Alıntı:
Tuhef'ul Ukul
www.IslamKutuphanesi.com